4) NİSA sûresini, erkek veya kadın her kim
okursa, Hak teâlâ karı-kocanm aralarını islâh eder, dirlik düzenlik ihsan ve
inayet eyler.
Bismillâhirrahmânirrahîm
4/NİSÂ-1: Yâ eyyuhen
nâsuttekû rabbekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ
ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisâe(nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne
bihî, vel erhâm(erhâme) innellâhe kâne aleykum rakîbâ(rakîben).
Ey insanlar, Rabbiniz'e karşı takva sahibi olun. O ki, sizi bir tek nefsten
(Âdem Aleyhis selâm'dan) yarattı. Ve ondan zevcesini yarattı ve ikisinden
birçok erkekler ve kadınlar üretip yaydı. Ve O'nunla (O'nun adı ile)
birbirinize dilekte bulunduğunuz Allah'a karşı takva sahibi olun ve rahimlerden
(akrabalık haklarından) sakının. Muhakkak ki Allah, sizin üzerinizde murakıbtır
(sizi kontrol edendir).
4/NİSÂ-2: Ve âtûl yetâmâ emvâlehum ve lâ tetebeddelûl habîse bit
tayyîb(tayyîbi), ve lâ te’kulû emvâlehum ilâ emvâlikum innehu kâne hûben
kebîrâ(kebîran).
Ve yetimlere mallarını verin. Ve temizle (helâl olan ile) habis olanı (haram
olanı) değiştirmeyin. Ve onların mallarını kendi mallarınıza (katarak) yemeyin.
Muhakkak ki o büyük bir günahtır.
4/NİSÂ-3: Ve in hıftum ellâ tuksitû fîl yetâmâ fenkihû mâ tâbe lekum minen
nisâi mesnâ ve sulâse ve rubâ’(rubâa), fe in hıftum ellâ ta’dilû fe vâhideten
ev mâ meleket eymânukum, zâlike ednâ ellâ teûlû.
Ve eğer yetimler konusunda adalete riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, o
taktirde hoşunuza giden (size helâl olan diğer) kadınlardan ikişer, üçer,
dörder nikâhlayın. Fakat, eğer (onlara da) adaletle davranamayacağınızdan
korkarsanız o zaman bir tane ile veya elinizin altındaki sahip olduklarınızla
(cariyelerinizle) yetinin. İşte bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.
4/NİSÂ-4: Ve âtûn nisâe sadukâtihinne nıhleh(nıhleten), fe in tıbne lekum an
şey’in minhu nefsen fe kulûhu henîen merîâ(merîan).
Ve kadınlara, mehirlerini seve seve verin. Fakat kendi istekleri ile ondan
(mehirden) bir kısmını size bağış olarak verirlerse o taktirde onu afiyetle
rahatça yiyin.
4/NİSÂ-5: Ve lâ tu’tûs sufehâe emvâlekumulletî cealellâhu lekum kıyâmen
verzukûhum fîhâ veksûhum ve kûlû lehum kavlen ma’rûfâ(ma’rûfen).
Ve Allah'ın, (kullanımı konusunda) sizi kaim kıldığı (vekil kıldığı)
mallarınızı sefihlere vermeyiniz ve onun içinden (o mallarla) onları
rızıklandırınız (besleyiniz) ve giydiriniz ve onlara güzel söz söyleyiniz.
4/NİSÂ-6: Vebtelûl yetâmâ hattâ izâ belegun nikâh(nikâha), fe in ânestum minhum
ruşden fedfeû ileyhim emvâlehum ve lâ te’kulûhâ isrâfen ve bidâren en yekberû
ve men kâne ganiyyen felyesta’fif, ve men kâne fakîran felye’kul bil
ma’rûf(ma’rûfi), fe izâ defa’tum ileyhim emvâlehum fe eşhidû aleyhim, ve kefâ
billâhi hasîbâ(hasîben).
Ve yetimleri nikâh çağına gelinceye kadar deneyin. Bundan sonra eğer
kendilerinde bir rüşd (yeterlilik) hissederseniz, o taktirde mallarını onlara
teslim edin. Ve büyürler (geri alırlar) diye, onları (malları) israf etmeyin ve
acele ile yemeyin. Ve (vâsi) zengin bir kimse ise, o taktirde iffetli olsun
(yetimlerin mallarını yemekten kaçınsın). Ve (vâsi) fakir bir kimse ise, o
taktirde örfe uygun olarak yesin. Nihayet onlara mallarını geri vereceğiniz
zaman, onlara karşı şahit tutun. Hesap görücü olarak Allah yeter.
4/NİSÂ-7: Lir ricâli nasîbun mimmâ terekel vâlidâni vel akrabûne, ve lin nisâi
nasîbun mimmâ terekel vâlidâni vel akrabûne mimmâ kalle minhu ev kesur(kesura),
nasîben mefrûdâ(mefrûdan).
Ana-baba ve yakın akrabaların geriye bıraktığından (mirasından) erkekler
için bir pay vardır. Ve kadınlar için de, ana-baba ve yakın akrabaların geriye
bıraktığından (mirasından) bir pay vardır. Ondan (bırakılanlardan) az veya çok
farz kılınmış bir paydır.
4/NİSÂ-8: Ve izâ hadaral kısmete ulûl kurbâ vel yetâmâ vel mesâkînu ferzukûhum
minhu ve kûlû lehum kavlen ma’rûfâ(ma’rûfen).
Ve miras taksiminde, (miras düşmeyen uzak) akrabalar, yetimler ve yoksullar
orada hazır bulunursa, o taktirde onları, ondan (mirastan) rızıklandırınız ve
onlara güzel söz söyleyiniz.
4/NİSÂ-9: Velyahşellezîne lev terekû min halfihim zurriyeten dıâfen hâfû
aleyhim, felyettekûllâhe velyekûlû kavlen sedîdâ(sedîdan).
Ve onlar sakınsınlar ki, eğer arkalarında güçsüz olmalarından korktukları
çocuklar bıraksalardı, onlar için (onlara haksızlık yapılmasından) korkarlardı.
Artık Allah'a karşı takva sahibi olsunlar. Ve adaletli (dürüst) söz
söylesinler.
4/NİSÂ-10: İnnellezîne ye’kulûne emvâlel yetâmâ zulmen innemâ ye’kulûne fî
butûnihim nârâ(nâran) ve seyaslevne seîrâ(seîran).
Muhakkak ki yetimlerin mallarını zulümle (haksızlıkla) yiyenler, karınlarına
sadece ateş yerler. Ve onlar, yakında alevli ateşe atılacaklar.
4/NİSÂ-11: Yûsîkumullâhu fî evlâdikum liz zekeri mislu hazzıl
unseyeyn(unseyeyni), fe in kunne nisâen fevkasneteyni fe le hunne sulusâ mâ
terek(tereke), ve in kânet vâhideten fe lehan nısf(nısfu) ve li ebeveyhi li
kulli vâhidin min humâs sudusu mimmâ tereke in kâne lehu veled(veledun), fe in
lem yekun lehu veledun ve verisehû ebevâhu fe li ummihis sulus(sulusu), fe in
kâne lehû ıhvetun fe li ummihis sudusu, min ba’di vasiyyetin yûsî bihâ
evdeyn(deynin), âbâukum ve ebnâukum, lâ tedrûne eyyuhum akrabu lekum
nef’â(nef’en), ferîdaten minallâh(minallâhi) innallâhe kâne alîmen
hakîmâ(hakîmen).
Allah size, çocuklarınızın (mirası) hakkında şöyle tavsiye ediyor. Erkeğe,
kadının payının iki katı, fakat, eğer kadınlar ikiden fazla iseler, o zaman
terekenin (mirasın) üçte ikisi onlarındır ve eğer o (kadın) bir tek ise, o
zaman yarısı onundur. Eğer ölenin çocuğu varsa, onun anne ve babasının herbiri
için, bıraktığı mirasın altıda biri pay vardır. Fakat onun çocuğu yoksa ve
yalnız ana-baba mirasçı oluyorsa, o taktirde, üçte biri annesinindir (geriye
kalan babanındır). Fakat eğer ölenin kardeşi de varsa, o zaman , altıda biri
annesinindir. Bunlar, borcu ödenip ve de vasiyeti yerine getirildikten
sonradır. Babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size
daha yakın olduğunu bilemezsiniz. (Belirlenen bu paylar) Allah'tan bir farzdır.
Muhakkak ki Allah, Alîm'dir, Hakîm'dir.
4/NİSÂ-12: Ve lekum nısfu mâ tereke ezvâcukum in lem yekun lehunne
veled(veledun), fe in kâne lehunne veledun fe lekumur rubuu mimmâ terekne min
ba’di vasıyyetin yûsîne bihâ ev deyn(deynin) ve le hunner rubuu mimmâ terektum
in lem yekun lekum veled(veledun) fe in kâne lekum veledun fe le hunnes sumunu
mimmâ terektum min ba’di vasıyyetin tûsûne bihâ ev deyn(deynin) ve in kâne
raculun yûresu kelâleten ev imraetun ve lehû ahun ev uhtun fe li kulli vâhidin
min humâs sudus(sudusu), fe in kânû eksere min zâlike fe hum şurekâu fîs sulusi
min ba’di vasiyyetin yûsâ bihâ ev deynin gayre mudârr(mudârrin), vasıyyeten
minallâh(minallâhi) vallâhu alîmun halîm(halîmun).
Ve eğer eşlerinizin (kadınlarınızın) çocukları yoksa, onların bıraktıklarının
yarısı sizindir. Fakat eğer onların (kadınların) çocukları varsa o zaman dörtte
biri sizindir. (Bunlar) yapılan vasiyet veya (üzerindeki) borç ödendikten
sonradır. Ve eğer sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır
(kadınlarındır), fakat eğer çocuğunuz varsa o taktirde bıraktığınızın sekizde
biri onlarındır (kadınlarındır). Bu da yaptığınız vasiyet veya borç
(ödendikten) sonradır. Ve eğer miras bırakan erkek veya kadının evlâdı ve
ana-babası olmayıp, erkek veya kızkardeşi varsa, bu taktirde ikisinden herbiri
için altıda biridir. Fakat eğer bundan daha fazla iseler, o zaman onlar üçte
bire ortaktırlar. Bunlar (kimseyi ) darlığa düşürmeden yapılan vasiyet ve de
borç ödendikten sonradır. (İşte bunlar), (size) Allah tarafından vasiyettir. Ve
Allah Alîm'dir, Halîm'dir.
4/NİSÂ-13: Tilke hudûdullâh(hudûdullâhi) ve men yutııllâhe ve resûlehu yudhılhu
cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve zâlikel fevzul azîm(azîmu).
İşte bunlar, Allah'ın hudutlarıdır ve kim Allah'a ve O'nun Resûl'üne itaat
ederse, (Allah) onu altından nehirler akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere
koyar ve bu, “Fevzul Azîm”dir (en büyük kurtuluştur).
4/NİSÂ-14: Ve men ya’sıllâhe ve resûlehu ve yeteadde hudûdehu yudhılhu nâren
hâliden fîhâ ve lehu azâbun muhîn(muhînun).
Ve kim Allah'a ve O'nun Resulune isyan eder ve O'nun sınırlarını aşarsa,
onu, içinde ebedî kalacakları ateşe koyar. Ve onun için “alçaltıcı azap “
vardır.
4/NİSÂ-15: Vellâtî ye’tînel fâhişete min nisâikum festeşhidû aleyhinne erbaaten
minkum, fe in şehidû fe emsikûhunne fîl buyûti hattâ yeteveffâhunnel mevtu ev
yec’alallâhu lehunne sebîlâ(sebîlen).
Ve kadınlarınızdan fuhuş yapmış olanlara ( onların aleyhine) sizden dört
şahit isteyin. Eğer şahitlik ederlerse o taktirde, artık onlara ölüm gelinceye
kadar veya onlar için, Allah bir yol gösterinceye kadar evlerin içinde tutun.
4/NİSÂ-16: Vellezâni ye’tiyânihâ minkum fe âzûhumâ, fe in tâbâ ve aslehâ fe
a’rıdû anhumâ innallâhe kâne tevvâben rahîmâ(rahîmen).
Ve içinizden onu (fuhşu) yapanların ikisine de artık ezâ ediniz. Fakat, eğer
tövbe eder ve ıslâh olurlarsa, o zaman ikisinden de (eziyet etmekten) vazgeçin.
Muhakkak ki Allah tövbeleri kabul edendir, Rahîm'dir.
4/NİSÂ-17: İnnemet tevbetu alallâhi lillezîne ya’melûnes sûe bi cehâletin summe
yetûbûne min karîbin fe ulâike yetûbullâhu aleyhim ve kânallâhu alîmen
hakîmâ(hakîmen).
Fakat Allah'ın kabul edeceği tövbe, cahillik ile bir kötülük yapıp sonra,
hemen tövbe edenler içindir ki, işte onlar, Allah'ın, tövbelerini kabul ettiği
kimselerdir. Ve Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.
4/NİSÂ-18: Ve leysetit tevbetu lillezîne ya’melûnes seyyiât(seyyiâti), hattâ
izâ hadara ehade humul mevtu kâle innî tubtul’âne ve lellezîne yemûtûne ve hum
kuffâr(kuffârun), ulâike a’tednâ lehum azâben elîmâ(elîmen).
Ve onlardan birine (kendilerine) ölüm gelinceye kadar seyyiat işleyenlerden
(kötülük yapanlardan), “Gerçekten ben, şimdi tövbe ettim." diyen birinin
tövbesi, tövbe değildir. Ve kâfir olarak ölenlerin tövbesi de (tövbe değildir).
İşte onlar, onlar için “elim azap” hazırladık.
4/NİSÂ-19: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ yahıllu lekum en terisûn nisâe
kerhâ(kerhen) ve lâ ta’dulûhunne li tezhebû bi ba’dı mâ âteytumûhunne illâ en
ye’tîne bi fâhışetin mubeyyineh(mubeyyinetin), ve âşirûhunne bil
ma’rûf(ma’rûfi), fe in kerihtumûhunne fe asâ en tekrehû şey’en ve yec’alallâhu
fîhi hayren kesîrâ(kesîren).
Ey îmân edenler (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı dileyenler)! (Eşi vefat eden
ve yakınınız olan) kadınlara zorla (kerhen) varis olmanız size helâl değildir.
Ve onlara verdiklerinizin (mehrin) bir kısmını (onlardan) almak için, onları
sıkıştırmayın, açıkça fuhuş yapmaları hariç. Ve onlarla iyi geçinin. Fakat eğer
onlardan hoşlanmadınızsa, o taktirde umulur ki, sizin hoşlanmadığınız bir şey
hakkında Allah pek çok hayır kılar.
4/NİSÂ-20: Ve in eradtumustibdâle zevcin mekâne zevcin, ve âteytum ihdâhunne
kıntâren fe lâ te’huzû minhu şey’â(şey’en), e te’huzûnehu buhtânen ve ismen
mubînâ(mubînen).
Ve eğer bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz ve onlardan birine
kantarlarca mal (mehir) vermiş olsanız dahi, artık ondan (verdiğinizden) bir
şeyi geri almayın. Onu (verdiğinizi), iftira ederek ve apaçık günah işleyerek
mi alacaksınız?
4/NİSÂ-21: Ve keyfe te’huzûnehu ve kad efdâ ba’dukum ilâ ba’dın ve ehazne
minkum mîsâkan galîzâ(galîzan).
Ve onu nasıl alırsınız ki, birbirinizle kaynaşmıştınız ve onlar sizden kesin
bir misak almışlardı.
4/NİSÂ-22: Ve lâ tenkihû mâ nekaha âbâukum minen nisâi, illâ mâ kad
selef(selefe), innehu kâne fâhışeten ve maktâ(maktan) ve sâe sebîlâ(sebîlen).
Ve babalarınızın nikâhladığı (evlendiği) kadınlarla nikâhlanmayın. Geçmişte
olanlar hariç. Muhakkak ki o, bir fuhuştur ve iğrenç bir şeydir. Ve kötü bir
yoldur.
4/NİSÂ-23: Hurrimet aleykum ummehâtukum ve benâtukum ve ehavâtukum ve ammâtukum
ve halâtukum ve benâtul ahi ve benâtul uhti ve ummehâtukumullâtî erdâ’nekum ve
ehavâtukum miner radâati ve ummehâtu nisâikum ve rabâibukumullâtî fî hucûrikum
min nisâikumullâtî dehaltum bihinn(bihinne), fe in lem tekûnû dehaltum bihinne
fe lâ cunâha aleykum, ve halâilu ebnâikumullezîne min aslâbikum ve en tecmeû
beynel uhteyni illâ mâ kad selef(selefe), innallâhe kâne gafûran
rahîmâ(rahîmen).
Size (şunlarla evlenmeniz) haram kılındı. Analarınız, kızlarınız,
kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşin kızları, kızkardeş
kızları, sizi emzirmiş olan (süt) anneleriniz, süt anneden kızkardeşleriniz,
kadınlarınızın anneleri, kendileriyle birleştiğiniz kadınlarınızdan olup,
evlerinizde bulunan üvey kızlarınız. Fakat eğer onlarla henüz birleşmemişseniz,
o taktirde (onlarla evlenmenizde) sizin üzerinize bir günah yoktur. Ve sizin
sulbünüzden gelen oğullarınızın eşleri (kadınları) ve iki kızkardeşi bir arada
(nikâh altında) toplamanız. Geçmişte olanlar hariç. Muhakkak ki, Allah
Gafur'dur, Rahîm'dir.
4/NİSÂ-24: Vel muhsanâtu minen nisâi illâ mâ meleket eymânukum, kitâbellâhi
aleykum, ve uhille lekum mâ verâe zâlikum en tebtegû bi emvâlikum muhsinîne
gayre musâfihîn(musâfihîne), fe mestemta’tum bihî minhunne fe âtûhunne
ucûrehunne ferîdah(ferîdaten) ve lâ cunâha aleykum fîmâ terâdaytum bihî min
ba’dil ferîdah(ferîdati) innallâhe kâne alîmen hakîmâ(hakîmen).
Ve evli kadınlarla evlenmeniz (haram kılınmıştır), elinizin altında bulunan
(harp esirleri) cariyeler müstesna. (İşte bunlar) Allah'ın size yazdıklarıdır
(farz kıldığı hükümlerdir). Ve bunların dışında olanlar, iffetli olmak ve zina
yapmamak şartıyla mallarınızla istemeniz (mehirlerini verip almanız) size helâl
kılındı. Artık onlardan faydalanmak isterseniz o taktirde farz olan mehirlerini
onlara verin. Ve bu farzdan sonra, razı olduğunuz konuda onunla anlaşmanızda
sizin üzerinize bir günah yoktur. Muhakkak ki Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.
4/NİSÂ-25: Ve men lem yestetı’ minkum tavlen en yenkıhal muhsanâtil mu’minâti
fe min mâ meleket eymânukum min feteyâtikumul mu’minât(mu’minâti) vallâhu
a’lemu bi îmânikum ba’dukum min ba’d(ba’dın), fenkihûhunne bi izni ehlihinne ve
âtûhunne ucûrehunne bil ma’rûfi muhsanâtin gayre musâfihâtin ve lâ muttehızâti
ehdân(ehdânin), fe izâ uhsinne fe in eteyne bi fâhışetin fe aleyhinne nısfu mâ
alel muhsanâti minel azâb(azâbi), zâlike li men haşiyel anete minkum ve en
tasbirû hayrun lekum vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve içinizden kimin, mü'min ve hür kadınlarla nikâh yapmaya (evlenmeye) gücü
yetmezse, o zaman ellerinizin altında bulunan genç mü'min cariyelerinizden
(alıp) evlensin. Allah sizin îmânınızı daha iyi bilir. Siz birbirinizdensiniz
(aynı soydan gelmesiniz). Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli
dost tutmamaları şartıyla sahiplerinin izniyle mehirlerini marufla (örf ve
adete uygun olarak) vererek onları nikâhlayın. Fakat, evli olduğu halde fuhuş
yaparlarsa o taktirde hür kadınlara uygulanan azabın (cezanın) yarısı
kendilerine uygulanır. İşte bu (cariye ile nikâhlanma izni) içinizden (zina
etme) sıkıntısına düşmekten korkanlar içindir. Ve sabretmeniz sizin için daha
hayırlıdır. Ve Allah Gafur'dur, Rahîm'dir.
4/NİSÂ-26: Yurîdullâhu li yubeyyine lekum ve yehdîyekum sunenellezîne min
kablikum ve yetûbe aleykum vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Allah size beyan etmek (açıklamak) ve sizi, sizden öncekilerin kanununa
ulaştırmak ve tövbelerinizi kabul etmek ister. Ve Allah Alîm'dir (en iyi
bilendir), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).
4/NİSÂ-27: Vallâhu yurîdu en yetûbe aleykum ve yurîdullezîne yettebiûneş şehevâti
en temîlû meylen azîmâ(azîmen).
Ve Allah sizin tövbenizi kabul etmek ister, şehvetlerine uyanlar ise, sizin
büyük bir meyille (şehvete) meyletmenizi isterler.
4/NİSÂ-28: Yurîdullâhu en yuhaffife ankum, ve hulikal insânu daîfâ(daîfen).
Allah sizden (tövbelerinizi kabul ederek yükünüzü) hafifletmeyi diler. Ve
insan zayıf yaratıldı.
4/NİSÂ-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ te’kulû emvâlekum beynekum bil bâtılı,
illâ en tekûne ticâreten an terâdın minkum, ve lâ taktulû enfusekum, innallâhe
kâne bikum rahîmâ(rahîmen).
Ey îmân edenler (âmenû olanlar)! Birbirinizin mallarını batılla
(haksızlıkla) yemeyin, ancak sizin rızanızla yaptığınız ticaret hariç. Ve
kendinizi (ve birbirinizi) öldürmeyin (intihar etmeyin). Muhakkak ki Allah,
size karşı Rahîm'dir.
4/NİSÂ-30: Ve men yef’al zâlike udvânen ve zulmen fe sevfe nuslîhi nâra(nâren)
ve kâne zâlike alallâhi yesîrâ(yesîran).
Ve kim bunu düşmanlık ve zulümle yaparsa, o taktirde biz onu yakında ateşe
yaslayacağız. Ve işte bu, Allah için kolaydır.
4/NİSÂ-31: İn tectenibû kebâira mâ tunhevne anhu nukeffir ankum seyyiâtikum ve
nudhılkum mudhalen kerîmâ(kerîmen).
Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin günahlarınızı
örteriz ve sizi (şerefli bir makama) ikram olunacağınız bir yere koyarız.
4/NİSÂ-32: Ve lâ tetemennev mâ faddalallâhû bihî ba’dakum alâ ba’d(ba’dın), lir
ricâli nasîbun mimmektesebû ve lin nisâi nasîbun mimmektesebn(mimmektesebne),
ves’elûllâhe min fadlih(fadlihî) innallâhe kâne bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Ve Allah'ın bazınızı, bazınıza üstün kıldığı şeyleri temenni etmeyin
(istemeyin). Erkekler için, kazandıklarından bir nasip vardır ve kadınlar için
de, kazandıklarından bir nasip vardır. Ve Allah'tan, O'nun fazlından isteyin.
Muhakkak ki Allah, herşeyi en iyi bilendir.
4/NİSÂ-33: Ve li kullin cealnâ mevâliye mimmâ terekel vâlidâni vel
akrabûn(akrabûne) vellezîne akadet eymânukum fe âtûhum nasîbehum innallâhe kâne
alâ kulli şey’in şehîdâ(şehîden).
Ve ana- babanın ve yakın akrabaların bıraktıklarından, herkesi mirascı kıldık.
Ve artık, yeminlerinizin bağlandığı kimselere de paylarını verin. Muhakkak ki
Allah herşeye şahittir.
4/NİSÂ-34: Er ricâlu kavvâmûne alen nisâi bi mâ faddalallâhu ba’dahum alâ
ba’dın ve bi mâ enfekû min emvâlihim fes sâlihâtu kânitâtun hâfizâtun lil gaybi
bi mâ hafizallâh(hafizallâhu) vellâtî tehâfûne nuşûzehunne fe ızûhunne
vehcurûhunn(vehcurûhunne) fîl medâcıı vadrıbûhunne fe in ata’nekum fe lâ tebgû
aleyhinne sebîlâ(sebîlen) innallâhe kâne aliyyen kebîrâ(kebîren).
Erkekler, mallarından (kadınlar için mehir ve nafaka olarak) harcamaları
sebebiyle ve Allah'ın, onların bir kısmını, diğerlerine üstün kılmasından
dolayı, kadınların üzerinde daha çok kâimdirler (koruyup gözetici, idare
edicidirler). Bu bakımdan salih amel (nefs tezkiyesi) yapan kadınlar itaatkârdırlar,
Allah'ın (onların haklarını ve iffetlerini) korumasıyla, onlar da gaybde
(kocalarının yokluğunda hem kendilerini, hem kocalarının mal ve şerefini)
koruyucudurlar. İtaatsizliklerinden (baş kaldırmalarından) korktuğunuz
(kadınlara) ise (önce) nasihat ediniz. Ve (sonra da) yataklarında yalnız
bırakınız. Ve (hâlâ itaat etmezlerse) onlara vurunuz. Bundan sonra eğer size
itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Muhakkak ki
Allah Âli'dir (yücedir), Kebîr'dir (büyüktür).
4/NİSÂ-35: Ve in hıftum şıkâka beynihimâ feb’asû hakemen min ehlihî ve hakemen
min ehlihâ, in yurîdâ ıslâhan yuveffikıllâhu beynehumâ innallâhe kâne alîmen
habîrâ(habîren).
Ve eğer ikisinin (karı-kocanın) arasının açılmasından korkarsanız, o
taktirde erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin.
İkisi de (karı-koca) arayı düzeltmeyi isterlerse, Allah onların aralarının
düzelmesinde onları başarılı kılar (muvaffak eder). Muhakkak ki Allah Alîm'dir
(en iyi bilendir), Habîr'dir (haberdar olandır).
4/NİSÂ-36: Va’budûllâhe ve lâ tuşrikû bihî şeyen ve bil vâlideyni ihsânen ve
bizil kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîni vel câri zil kurbâ vel câril cunubi ves
sâhıbi bil cenbi vebnis sebîli ve mâ meleket eymânukum, innallâhe lâ yuhıbbu
men kâne muhtâlen fehûrâ(fehûren).
Ve Allah'a kul olun. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ve ana-babaya,
akrabaya, yetimlere, miskinlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki
arkadaşa (eşlere), yolda kalmışa ve elinizin altında sahip olduklarınıza
(köleye, cariyeye, işçilere) ihsanla davranın. Muhakkak ki Allah, kibirli olan
ve övünen kimseleri sevmez.
4/NİSÂ-37: Ellezîne yebhalûne ve ye’murûnen nâse bil buhli ve yektumûne mâ
âtâhumullâhu min fadlıh(fadlıhî) ve a’tednâ lil kâfirîne azâben
muhînâ(muhînen).
Onlar ki, cimrilik ederler ve insanlara cimriliği emrederler. Ve Allah'ın
kendilerine fazlından verdiği şeyi gizlerler. Ve kâfirler için “alçaltıcı azap”
hazırladık.
4/NİSÂ-38: Vellezîne yunfıkûne emvâlehum riâen nâsi ve lâ yu’minûne billâhi ve
lâ bil yevmil âhir(âhiri) ve men yekuniş şeytânu lehu karînen fesâe
karînâ(karînen).
Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş için infâk ederler, Allah'a ve ahiret
gününe (insan ruhunun hayatta iken Allah'a ulaştığı sonraki güne) inanmazlar.
Ve kim şeytanı kendisine yakın arkadaş edinirse, işte bu kötü bir
arkadaşlıktır.
4/NİSÂ-39: Ve mâzâ aleyhim lev âmenû billâhi vel yevmil âhıri ve enfekû mimmâ
razakahumullâh(razakahumullâhu) ve kânellâhu bihim alîmâ(alîmen).
Ve ne olurdu onlar, Allah'a ve ahiret gününe (ruhun ölümden evvel Allah'a
ulaşma gününe) îmân etselerdi ve Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan (Allah
için) infak etselerdi (harcasalardı). Ve Allah onları en iyi bilendir.
4/NİSÂ-40: İnnellâhe lâ yazlimu miskâle zerreh(zerretin) ve in teku haseneten
yudâıfhâ ve yu’ti min ledunhu ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki Allah, zerre kadar zulmetmez. Ve eğer bir iyilik (hasene)
yaparsanız, onu kat kat arttırır. Ve kendi katından “büyük ecir “ (karşılık)
verir.
4/NİSÂ-41: Fe keyfe izâ ci’nâ min kulli ummetin bi şehîdin ve ci’nâ bike alâ
hâulâi şehîdâ(şehîden).
Artık her ümmetten bir şahit (resûl) getirdiğimiz zaman ve seni de onların
üzerine şahit olarak getirdiğimiz zaman (halleri) nasıl olacak?
4/NİSÂ-42: Yevme izin yeveddullezîne keferû ve asavur resûle lev tusevvâ
bihimul ard(ardu) ve lâ yektumûnallâhe hadîsâ(hadîsen).
Kâfîrler ve resûle asi olanlar (karşı gelen kimseler), o izin günü (kıyâmet
günü) kendilerinin yerle bir olmalarını temenni ederler. Ve (inkâr ettikleri
hiçbir) sözü, Allah'tan gizleyemezler.
4/NİSÂ-43: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ takrabûs salâte ve entum sukârâ hattâ
ta’lemû mâ tekûlûne ve lâ cunuben illâ âbirî sebîlin hattâ tagtesilû ve in
kuntum merdâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum minel gâiti ev lâmestumun
nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve
eydîkum innallâhe kâne afuvven gafûrâ(gafûran).
Ey âmenû olanlar! Sarhoş iken, ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken,
yolcu olmanız hariç, gusül abdesti alıncaya kadar, namaza yaklaşmayın! Eğer
hasta iseniz veya yolculukta iseniz veya sizden biriniz tuvaletten gelmişse
veya kadınlara dokunmuş fakat su bulamamışsanız, o taktirde temiz toprağa
teyemmüm edin, sonra onu yüzlerinize ve ellerinize mesh edin (sürün). Muhakkak
ki Allah, günahları affeden, mağfiret edendir.
4/NİSÂ-44: E lem tere ilellezîne ûtû nasîben minel kitâbi yeşterûned dalâlete
ve yurîdûne en tedıllus sebîl(sebîle).
Kendilerine Kitap'tan nasip verilenleri görmedin mi? Dalâleti satın
alıyorlar ve sizin de yoldan (Allah'ın yolundan) sapmanızı (dalâlete düşmenizi)
istiyorlar.
4/NİSÂ-45: Vallâhu a’lemu bi a’dâikum ve kefâ billâhi veliyyen, ve kefâ billâhi
nasîrâ(nasîran).
Ve sizin düşmanlarınızı en iyi Allah bilir. Ve dost olarak Allah kâfidir. Ve
yardımcı olarak Allah kâfidir.
4/NİSÂ-46: Minellezîne hâdû yuharrifûnel kelime an mevâdııhî ve yekûlûne
semi’nâ ve asaynâ vesme’ gayra musmeın ve râınâ leyyen bi elsinetihim ve ta’nan
fîd dîn(dîni) ve lev ennehum kâlû semi’nâ ve ata’nârnâ le kâne hayran lehum ve
akvem(kveme) ve lâkin leanehumullâhu bi kufrihim fe lâ yu’minûne illâ
kalîlâ(kalîlen).
Yahudilerden, (Tevrat'taki) kelimelerin konuldukları yerleri değiştirip
tahrif edenler (mânâlarını bozanlar) ve dillerini eğip bükerek ve dîni yererek:
“İşittik ve isyan ettik. İşit, işitmez olası ve “râinâ” (bize bak: yahudi
dilinde ahmak)” diyorlar. Ve eğer onlar, “İşittik ve itaat ettik, işit ve bize
bak.” deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı ve daha sağlam (daha iyi)
olurdu. Küfürleri sebebiyle onları lânetledi. Artık onların pek azı hariç, îmân
etmezler.
4/NİSÂ-47: Yâ eyyuhellezîne ûtûl kitâbe âminû bi mâ nezzelnâ musaddikan li mâ
meakum min kabli en natmise vucûhen fe neruddehâ alâ edbârihâ ev nel’anehum
kemâ leannâ ashâbes sebt(sebti) ve kâne emrullâhi mef’ûlâ(mef’ûlen).
Ey kendilerine kitap verilenler! Yanınızdakini (Tevrat'ı ve İncil'i) tasdik
edici olarak indirdiğimize, “yüzleri silmemizden, böylece onları arkalarına
çevirmemizden önce veya ashab-ı sebt'i (“cumartesi günü yasağı”nı çiğneyenleri)
lânetlediğimiz gibi onları da lânetlememizden önce” îmân edin. Ve Allah'ın emri
yapılmıştır (yerine gelmiştir).
4/NİSÂ-48: İnnallâhe lâ yagfiru en yuşreke bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li
men yeşâu ve men yuşrik billâhi fe kadifterâ ismen azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki Allah, O'na şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki şeyleri
dilediği kimse için bağışlar. Ve kim Allah'a şirk koşarsa, o taktirde büyük bir
günah işleyerek iftira etmiştir.
4/NİSÂ-49: E lem tere ilellezîne yuzekkûne enfusehum belillâhu yuzekkî men
yeşâu ve lâ yuzlemûne fetîlâ(fetîlen).
Kendi nefslerini temize çıkaranları (tezkiye ettiklerini söyleyenleri)
görmedin mi? Hayır (öyle değil). Ancak Allah, dilediği kişinin nefsini tezkiye
eder. Ve onlar, hurma çekirdeğinin ince ipliği kadar (bile) zulüm olunmazlar.
4/NİSÂ-50: Unzur keyfe yefterûne alâllâhil kezib(kezibe) ve kefâ bihî ismen
mubînâ(mubînen).
Bak, Allah'a nasıl yalanla iftira ediyorlar ve (bu) ona apaçık bir günah
olarak kâfidir.
4/NİSÂ-51: E lem tere ilellezîne ûtû nasîben minel kitâbi yu’minûne bil cibti
vet tâgûti ve yekûlûne lillezîne keferû hâulâi ehdâ minellezîne âmenû
sebîlâ(sebîlen).
Kitaptan kendilerine pay verilen kimseleri görmedin mi? Cibte (kâhinlere,
putlara) ve tâguta (insan ve cin şeytanlara) inanıyorlar ve inkâr eden kimseler
için de, "Bunlar îmân eden kimselerden daha doğru bir yoldadır."
diyorlar.
4/NİSÂ-52: Ulâikellezîne leanehumullâh(leanehumullâhu) ve men yel’anillâhu fe
len tecide lehu nasîrâ(nasîran).
İşte onlar, Allah'ın lânetledikleridir ve Allah kimi lânetlerse, artık onun
için asla bir yardımcı bulamazsın.
4/NİSÂ-53: Em lehum nasîbun minel mulki fe izen lâ yu’tûnen nâse
nekîrâ(nekîren).
Yoksa onların, mülkden bir nasibi mi var? Öyle olsaydı insanlara bir çekirdek
bile vermezlerdi.
4/NİSÂ-54: Em yahsudûnen nâse alâ mâ âtâhumullâhu min fadlıh(fadlıhî), fe kad
âteynâ âle ibrâhîmel kitâbe vel hikmete ve âteynâhum mulken azîmâ(azîmen).
Yoksa onlar, Allah'ın fazlından (ni'metinden) insanlara verdiği şeylere
haset mi ediyorlar (çekemiyorlar mı)? Oysa Biz, Hz.İbrâhîm ailesine (soyuna)
kitap ve hikmet vermiştik.Ve onlara “büyük mülk “verdik.
4/NİSÂ-55: Fe minhum men âmene bihî ve minhum men sadde anh(anhu) ve kefâ bi
cehenneme saîrâ(saîran).
Artık onlardan kimi O'na îmân etti ve onlardan kimi de O'ndan yüz çevirdi ve
(îmân etmeyenlere) alevli ateş olarak cehennem kâfidir.
4/NİSÂ-56: İnnellezîne keferû bi âyâtinâ sevfe nuslîhim nâra(nâran), kullemâ
nadicet culûduhum beddelnâhum culûden gayrehâ li yezûkûl azâb(azâbe) innallâhe
kâne azîzen hakîmâ(hakîmen).
Muhakkak ki âyetlerimizi inkâr eden kimseleri yakında ateşe atacağız.
Onların derilerinin her yanışında, azabı tatmaları için onları(derilerini)
başka deriler ile değiştireceğiz. Muhakkak ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.
4/NİSÂ-57: Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti senudhıluhum cennâtin tecrî min
tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun ve
nudhıluhum zıllen zalîlâ(zalîlen).
Ve âmenû olan ve (nefslerini) ıslâh edici amel işleyenleri, altından
nehirler akan cennetlere koyacağız. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır.
Onlar için orada temiz eşler vardır. Ve onları güzel bir gölgeye koyacağız.
4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum
beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî),
innallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında
hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah,
onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi
işiten ve en iyi görendir.
4/NİSÂ-59: Yâ eyyuhellezîne âmenû atîûllâhe ve atîûr resûle ve ulil emri minkum
fe in tenâza’tum fî şey’in fe ruddûhu ilallâhi ver resûli in kuntum tu’minûne
billâhi vel yevmil âhir(âhiri), zâlike hayrun ve ahsenu te’vîlâ(te’vîlen).
Ey âmenû olanlar (îmân edenler)! Allah'a ve Resûl'e ve sizden olan
idarecilere (emir verme yetkisinin sahiplerine) itaat edin. Bundan sonra eğer
bir hususta ihtilâfa düşerseniz, o taktirde Allah'a ve ahiret gününe îmân
ediyorsanız, onu Allah'a ve Resûl'üne götürün. Bu daha hayırlıdır ve tevîl
(yorum) bakımından en güzelidir.
4/NİSÂ-60: E lem tere ilellezîne yez’umûne ennehum âmenû bimâ unzile ileyke ve
mâ unzile min kablike yurîdûne en yetehâkemû ilat tâgûti ve kad umirû en
yekfurû bih(bihî) ve yurîduş şeytânu en yudıllehum dalâlen baîdâ(baîden).
Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandığını zanneden kimseleri
görmedin mi? O'nu (şeytanı) inkâr etmekle emrolundukları halde tagutun önünde
muhakeme olunmayı istiyorlar. Ve şeytan, onları uzak bir dalâletle saptırmak
(dalâlete düşürmek) istiyor.
4/NİSÂ-61: Ve izâ kîle lehum teâlev ilâ mâ enzelallâhu ve iler resûli raeytel
munâfıkîne yesuddûne anke sudûdâ(sudûden).
Ve onlara: "Allah'ın indirdiğine (Kur'ân'a) ve Resûl'e gelin."
denildiği zaman, münafıkların senden yüz çevirerek ayrıldıklarını görürsün.
4/NİSÂ-62: Ve keyfe izâ esâbethum musîbetun bimâ kaddemet eydîhim summe câûke
yahlıfûne billâhi in eradnâ illâ ihsânen ve tevfîkâ(tevfîkan).
Bundan sonra onlara, elleriyle işlediklerinden dolayı bir musîbet geldiği
zaman halleri nasıl olur. Sonra sana gelince; "Biz sadece iyilik etmek ve
aralarını birleştirmek istedik." diye Allah'a yemin ederler.
4/NİSÂ-63: Ulâikellezîne ya’lemullâhu mâ fî kulûbihim fe a’rıd anhum vaızhum ve
kul lehum fî enfusihim kavlen belîgâ(belîgan).
İşte onlar, Allah'ın kalplerinde olanı bildiği kişilerdir. Artık onlardan
yüz çevir, onlara vaaz et (nasihat et) ve onlara kendileri hakkında belagatli
(güzel) söz söyle.
4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi), ve
lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfere lehumur resûlu
le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).
Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah'ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden
başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer
sana gelselerdi, böylece Allah'tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için
mağfiret dileseydi, mutlaka Allah'ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların
tövbesini ve Resûl'ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak
bulurlardı.
4/NİSÂ-65: Fe lâ ve rabbike lâ yu’minûne hattâ yuhakkimûke fîmâ şecere beynehum
summe lâ yecidû fî enfusihim harecen mimmâ kadayte ve yusellimû teslîmâ(teslîmen).
Artık hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şey hakkında, seni
hakem tayin edip, sonra da senin verdiğin hükümden dolayı “içlerinde bir
sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça” îmân etmiş olmazlar.
4/NİSÂ-66: Ve lev ennâ ketebnâ aleyhim enıktulû enfusekum evihrucû min
diyârikum mâ fealûhu illâ kalîlun minhum ve lev ennehum fealû mâ yûazûne bihî
le kâne hayran lehum ve eşedde tesbîtâ(tesbîten).
Ve eğer onlara: “Nefslerinizi öldürün.” veya “Yurtlarınızdan çıkın.” diye
yazsaydık (farz kılsaydık) muhakkak ki, onlardan pek azı hariç, bunu
yapmazlardı. Ve eğer onlar, kendilerine öğütleneni yapsalardı mutlaka bu
kendileri için daha hayırlı ve sebatı bakımından (îmânları) daha sağlam olurdu.
4/NİSÂ-67: Ve izen le âteynâhum min ledunnâ ecren azîmâ(azîmen).
Ve o zaman Biz onlara, mutlaka katımızdan “büyük ecir” verirdik.
4/NİSÂ-68: Ve le hedeynâhum sırâten mustekîmâ(mustekîmen).
Ve onları mutlaka Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) iletirdik.
4/NİSÂ-69: Ve men yutiıllâhe ver resûle fe ulâike meallezîne en’amellâhu
aleyhim minen nebiyyîne ves sıddîkîne veş şuhedâi ves sâlihîn(sâlihîne), ve
hasune ulâike refîkâ(refîkan).
Ve kim, Allah'a ve Resûl'e itaat ederse, o taktirde işte onlar, Allah'ın
kendilerine ni'met verdiği nebîlerle (peygamberlerle) ve sıddîklerle ve
şehitlerle ve salihlerle beraberdirler. Ve işte onlar ne güzel arkadaştır.
4/NİSÂ-70: Zâlikel fadlu minallâh(minallâhi) ve kefâ billâhi alîmâ(alîmen).
İşte bu fazl (büyük ihsan) Allah'tandır. Ve Allah, “en iyi bilen olarak”
kâfidir.
4/NİSÂ-71: Yâ eyyuhellezîne âmenû huzû hızrakum fenfirû subâtin evinfirû
cemîâ(cemîan).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenler)!
Silahlarınızı alın. Artık bölük bölük veya toplu olarak savaşa çıkın.
4/NİSÂ-72: Ve inne minkum le men le yubattienn(yubattienne), fe in esâbetkum
musîbetun kâle kad en’amallâhu aleyye iz lem ekun meahum şehîdâ(şehîden)..
Ve muhakkak ki sizden bazıları mutlaka yavaş davranır (savaşa çıkmakta
gecikir), sonra da eğer size bir musîbet isabet ederse: "Allah beni
ni'metlendirdi de, o zaman ben onlarla beraber şehit olmadım." derdi.
4/NİSÂ-73: Ve lein esâbekum fadlun minallâhi le yekûlenne ke en lem tekun
beynekum ve beynehu meveddetun yâ leytenî kuntu meahum fe efûze fevzen
azîmâ(azîmen).
Ve eğer gerçekten Allah'tan size bir fazl (zafer) isabet ederse, sanki
sizinle onun arasında bir görüşme olmamış gibi mutlaka; “Keşke ben de onlarla
beraber olsaydım, böylece büyük bir fevz (ganimet) kazansaydım." der.
4/NİSÂ-74: Fel yukâtil fî sebîlillâhillezîne yeşrûnel hayâted dunyâ bil
âhireh(âhireti) ve men yukâtil fî sebîlillâhi fe yuktel ev yaglib fe sevfe
nu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Öyleyse dünya hayatını, ahiret hayatı karşılığında satanlar, Allah yolunda
savaşsınlar. Ve kim Allah yolunda savaşırken öldürülse veya gâlip gelse, o
taktirde Biz ona, “büyük ecir” vereceğiz.
4/NİSÂ-75: Ve mâ lekum lâ tukâtilûne fî sebîlillâhi vel mustad’afîne miner
ricâli ven nisâi vel vildânillezîne yekûlûne rabbenâ ahricnâ min hâzihil
karyetiz zâlimi ehluhâ, vec’al lenâ min ledunke veliyyâ(veliyyen), vec’al lenâ
min ledunke nasîrâ(nasîran).
Ve size ne oluyor ki Allah'ın yolunda ve "Ey Rabbimiz! Halkı zalim olan
bu kasabadan bizi çıkar ve katından bir velî ve katından bize bir yardımcı kıl
(gönder)." diyen zayıf ve aciz erkekler, kadınlar ve çocuklar için
savaşmıyorsunuz?
4/NİSÂ-76: Ellezîne âmenû yukâtilûne fî sebîlillâh(sebîlillâhi) vellezîne
keferû yukâtilûne fî sebîlit tâgûti fe kâtilû evliyâeş şeytân(şeytâni), inne
keydeş şeytâni kâne daîfâ(daîfen).
Âmenû olanlar, Allah'ın yolunda savaşırlar ve kâfir olanlar ise tagutun
yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarıyla savaşın. Muhakkak ki şeytanın
hilesi zayıftır.
4/NİSÂ-77: E lem tere ilellezîne kîle lehum kuffû eydiyekum, ve ekîmus salâte
ve âtûz zekâh(zekâte), fe lemmâ kutibe aleyhimul kıtâlu izâ ferîkun minhum
yahşevnen nâse ke haşyetillâhi ev eşedde haşyeh(haşyeten), ve kâlû rabbenâ lime
ketebte aleynel kıtâl(kıtâle), lev lâ ahhartenâ ilâ ecelin karîb(karîbin), kul
metâud dunyâ kalîl(kalîlun) vel âhıretu hayrun li menittekâ ve lâ tuzlemûne
fetîlâ(fetîlen).
Kendilerine: “Ellerinizi (savaştan) çekin, namazı kılın ve zekâtı verin.”
denilen kimseleri görmedin mi? Halbuki onların üzerine savaş yazıldığı (farz
kılındığı) zaman, onlardan bir kısmı, (düşmanları olan) insanlardan, Allah'tan
korkar gibi veya daha da çok korkarlar ve: “Rabbimiz niçin üzerimize savaşı
farz kıldın, bizi yakın bir zamana kadar tehir etseydin (geciktirseydin) olmaz
mıydı?” dediler. De ki: “Dünya metaı (menfaati) azdır ve ahiret ise takva
sahibi olan kimseler için daha hayırlıdır. Ve siz, kıl kadar (hurma
çekirdeğindeki lif kadar bile) zulmedilmezsiniz.”
4/NİSÂ-78: Eyne mâ tekûnû yudrikkumul mevtu ve lev kuntum fî burûcin
muşeyyedeh(muşeyyedetin), ve in tusıbhum hasenetun yekûlû hâzihî min
indillâh(indillâhi), ve in tusıbhum seyyietun yekûlû hâzihî min ındik(ındike),
kul kullun min ındillâh(ındillâhi), fe mâli hâulâil kavmi lâ yekâdûne yefkahûne
hadîsâ(hadîsen).
Nerede olursanız olun, ölüm size ulaşır. Hatta sağlam kalelerde olsanız
bile. Eğer onlara bir iyilik isabet ederse: “Bu Allah'tandır.” derler. Ve eğer
onlara bir kötülük isabet ederse: “Bu sendendir.” derler. De ki: “Hepsi
Allah'ın katındandır.” Artık bu topluluğa ne oluyor ki söz anlamaya
yanaşmıyorlar?
4/NİSÂ-79: Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh(minallâhi), ve mâ esâbeke min
seyyietin fe min nefsik(nefsike), ve erselnâke lin nâsi resûlâ(resûlen), ve
kefâ billâhi şehîdâ(şehîden).
Sana iyilikten (hasenatdan) ne isabet ederse, işte o Allah'tandır. Ve sana
kötülükten (seyyiattan) ne isabet ederse, o taktirde o, kendi nefsindendir
(derecat kaybedecek bir şey yapmandan dolayıdır). Ve seni, insanlara Resûl
olarak gönderdik ve şahit olarak Allah yeter.
4/NİSÂ-80: Men yutiır resûle fe kad atâallâh(atâallâhe), ve men tevellâ fe mâ
erselnâke aleyhim hafîzâ(hafîzen).
Kim Resûl'e itaat ederse, böylece andolsun ki Allah'a itaat etmiş olur. Ve
kim yüz çevirirse, o taktirde Biz seni, onların üzerine muhafız olarak
göndermedik.
4/NİSÂ-81: Ve yekûlûne tâatun fe izâ berezû min indike beyyete tâifetun minhum
gayrellezî tekûl(tekûlu) vallâhu yektubu mâ yubeyyitûn(yubeyyitûne), fe a’rıd
anhum ve tevekkel alâllâh(alallâhi) ve kefâ billâhi vekîlâ(vekîlen).
Ve "kabul (baş üstüne)" derler. Sonra senin yanından ayrıldıkları
zaman onlardan bir grup, senin söylediğinden başka birşeyi geceleyin gizlice
kurarlar ve Allah, onların gece neler kurduklarını yazıyor. Artık sen onlardan
yüz çevir ve Allah'a tevekkül et (güven) ve Allah, vekil olarak kâfidir.
4/NİSÂ-82: E fe lâ yetedebberûnel kur’ân(kur’âne) ve lev kâne min indi
gayrillâhi le vecedû fîhihtilâfen kesîrâ(kesîran).
Onlar hâlâ Kur'ân'ı tedebbür etmezler (düşünmezler) mi? Ve eğer Allah'tan
başkasının katından olsaydı, onun içinde mutlaka pekçok ihtilâf bulurlardı.
4/NİSÂ-83: Ve izâ câehum emrun minel emni evil havfi ezâû bih(bihî) ve lev
reddûhu iler resûli ve ilâ ulil emri minhum le alimehullezîne yestenbitûnehu
minhum ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu letteba’tumuş şeytâne illâ
kalîlâ(kalîlen).
Ve onlara emniyet veya korku haberi geldiği zaman onu açıklarlar (yayarlar).
Ve eğer, onu (o haberi) Resûl'e ve kendilerinden olan ulûl emre iletselerdi
(herkese açıklamasalardı), onlardan, onun (o haberin) iç yüzünü araştıranlar
mutlaka (gerçeği) bilirlerdi.Ve Allah'ın fazlı ve rahmeti üzerinize olmasaydı,
pek azınız hariç mutlaka şeytana uyardınız.
4/NİSÂ-84: Fe kâtil fî sebîlillâh(sebîlillâhi), lâ tukellefu illâ nefseke ve
harrıdıl mu’minîn(mu’minîne), asallâhu en yekuffe be’sellezîne keferû valâhu
eşeddu be’sen ve eşeddu tenkîlâ(tenkîlen).
Öyleyse Allah'ın yolunda cihad et.Sen kendi nefsinden başkası ile sorumlu
tutulmazsın. Ve mü'minleri teşvik et. Umulur ki Allah, o kâfirlerin kuvvet ve
saldırısını (üzerinizden) çeker . Ve Allah, güç olarak daha güçlü ve cezası
daha şiddetlidir.
4/NİSÂ-85: Men yeşfa’ şefâaten haseneten yekun lehû nasîbun minhâ ve men yeşfa’
şefâaten seyyieten yekun lehu kiflun minh(minhâ) ve kânallâhu alâ kulli şey’in
mukîtâ(mukîten).
Kim güzel bir şefaatle (iyilik yapılmasına) yardım ederse, ondan (o
iyilikten) onun bir nasibi olur. Ve kim kötü bir şefaatle (günah işlenmesine)
yardım ederse onun da ondan (o şerrden) bir payı olur. Ve Allah, herşeye
mukayyet olandır (gözetendir).
4/NİSÂ-86: Ve izâ huyyîtum bi tehıyyetin fe hayyû bi ahsene minhâ ev ruddûhâ
innallâhe kâne alâ kulli şey’in hasîbâ(hasîben).
Ve bir selâmla selâmlandığınız zaman, o taktirde siz, ondan daha güzeli ile
selâm verin veya onu (aynen) iade edin. Muhakkak ki Allah, herşeyi en iyi hesap
edendir.
4/NİSÂ-87: Allâhu lâ ilâhe illâ huve le yecmeannekum ilâ yevmil kıyâmeti lâ
raybe fîh(fîhi) ve men asdeku minallâhi hadîsâ(hadîsen).
Allah ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Sizi, hakkında şüphe olmayan kıyâmet gününde
mutlaka bir araya toplayacaktır. Ve Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?
4/NİSÂ-88: Fe mâ lekum fil munâfikîne fieteyni vallâhu erkesehum bi mâ kesebû e
turîdûne en tehdû men edallallâh(edallallâhu), ve men yudlilillâhu fe len
tecide lehu sebîlâ(sebîlen).
Öyleyse size ne oluyor ki, münafıklar hakkında iki grup oldunuz. Ve Allah,
onları kazandıkları (negatif dereceler) sebebiyle tersine çevirdi (küfre
döndürdü). Allah'ın dalâlete düşürdüğü kimseyi hidayete erdirmek mi
istiyorsunuz? Ve Allah, kimi dalâlete düşürürse artık sen onun için asla bir
yol bulamazsın.
4/NİSÂ-89: Veddû lev tekfurûne kemâ keferû fe tekûnûne sevâen fe lâ tettehızû
minhum evliyâe hattâ yuhâcirû fî sebîlillâh(sebîlillâhi), fe in tevellev fe
huzûhum vaktulûhum haysu vecedtumûhum, ve lâ tettehızû minhum veliyyen ve lâ
nasîrâ(nasîran).
Onlar, kendileri gibi inkâr etmenizi (kâfir olmanızı) ve böylece onlarla bir
(aynı seviyede) olmanızı istediler. Artık Allah'ın yolunda hicret edinceye
kadar onlardan dost edinmeyin. Bundan sonra eğer yüz çevirirlerse o taktirde
onları nerede bulursanız yakalayın ve onları öldürün. Ve onlardan dost ve
yardımcı edinmeyin.
4/NİSÂ-90: İllellezîne yasılûne ilâ kavmin beynekum ve beynehum mîsâkun ev
câûkum hasıret sudûruhum en yukâtilûkum ev yukâtilû kavmehum ve lev şâellâhu le
selletahum aleykum fe le kâtelûkum, fe inı’tezelûkum fe lem yukâtilûkum ve
elkav ileykumus seleme, fe mâ cealallâhu lekum aleyhim sebîlâ(sebîlen).
Sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavme sığınanlar veya, sizinle
savaşmaktan veya kendi kavimleri ile savaşmaktan göğüsleri daralmış olarak size
gelenler hariç (onları öldürmeyin). Ve şâyet Allah dileseydi, elbette onları
sizin üzerinize musallat ederdi, o zaman sizinle mutlaka savaşırlardı. O halde
eğer sizden uzak durur (geri çekilir), artık sizinle savaşmazlarsa ve size
barış teklif ederlerse, o taktirde Allah, onların üzerine (saldırmanız için)
size bir yol kılmadı.
4/NİSÂ-91: Setecidûne âharîne yurîdûne en ye’menûkum ve ye’menû kavmehum
kullemâ ruddû ilel fitneti urkisû fîhâ, fe in lem ya’tezilûkum ve yulkû
ileykumus seleme ve yekuffû eydiyehum fe huzûhum vaktulûhum haysu sekıftumûhum
ve ulâikum cealnâ lekum aleyhim sultânen mubînâ(mubînen).
Sizden ve kendi kavimlerinden emin olmak isteyen başkalarını da
bulacaksınız.( Fakat) fitneye her çağırılışlarında, ona geri döndüler. Şâyet
bundan sonra sizden uzak durmazlar, barış teklif etmezler, ellerini sizden
çekmezlerse, o taktirde onları nerede bulursanız yakalayın ve öldürün. Ve işte
size, onların üzerine (saldırmanız için) apaçık yetki verdik.
4/NİSÂ-92: Ve mâ kâne li mu’minin en yaktule mu’minen illâ hataâ(hataen), ve
men katele mu’minen hataen fe tahrîru rakabetin mu’minetin ve diyetun
musellemetun ilâ ehlihî illâ en yessaddakû, fe in kâne min kavmin aduvvin lekum
ve huve mu’minun fe tahrîru rakabetin mu’mineh(mu’minetin), ve in kâne min
kavmin beynekum ve beynehum mîsâkun fe diyetun musellemetun ilâ ehlihî ve
tahrîru rakabetin mu’mineh(mu’minetin), fe men lem yecid fe sıyâmu şehreyni
mutetâbiayni tevbeten minallâh(minallâhi), ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Ve bir mü'minin, bir mü'mini öldürmesi, “hata ile olması hariç” olamaz (caiz
değildir) ve kim bir mü'mini bir hata sonucu öldürürse, o zaman bir mü'min köle
azad etmesi ve ölenin ailesine bir diyet teslim edilmiş olması gerekir, ancak
onların, (o diyeti) sadaka olarak bağışlamaları hariç. Fakat o (hata ile
öldüren) eğer, size düşman bir kavimden olup ve o mü'minse, o taktirde, bir
mü'min köle azad etmesi gerekir. Ve eğer sizinle arasında anlaşma bulunan bir
kavimden ise o zaman ölenin ailesine teslim edilmiş bir diyet ve bir mü'min
köle azad etmesi gerekir. Fakat (bunları) yapmaya imkân bulamayan kimse ise, o
taktirde tövbesinin Allah tarafından kabulu için, ardarda iki ay oruç tutsun
.Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi hüküm verendir.
4/NİSÂ-93: Ve men yaktul mu’minen muteammiden fe cezâuhu cehennemu hâliden fîhâ
ve gadıballâhu aleyhi ve leanehu ve eadde lehu azâben azîmâ(azîmen).
Ve kim, bir mü'mini taammüden (kastederek) öldürürse, o takdirde onun
cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir ve Allah ona gazab etmiş ve ona
lânet etmiştir. Ve (Allah), onun için “büyük azap” hazırlamıştır.
4/NİSÂ-94: Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ darabtum fî sebîlillâhi fe tebeyyenû ve
lâ tekûlû li men elkâ ileykumus selâme leste mu’minâ(mu’minen) tebtegûne aradal
hayâtid dunyâ fe indallâhi megânimu kesîreh(kesîretun), kezâlike kuntum min
kablu fe mennellâhu aleykum fe tebeyyenû innallâhe kâne bimâ ta’melûne
habîrâ(habîran).
Ey âmenû olanlar! Allah'ın yolunda (savaşmak üzere) sefere çıktığınız zaman
artık (mü'mini kâfirden ayırt etmek için) iyice araştırıp açığa çıkarın. Ve
size selâm verip (teslim olan) kimseye, dünya hayatının geçici metaını
(çıkarını) isteyerek: “Sen mü'min değilsin.” demeyin. Oysa Allah'ın katında
ganimet çoktur. Daha önce siz de öyle idiniz, o zaman Allah (lütufta bulunup)
sizin üzerinize ni'met verdi. O halde iyice araştırıp açığa çıkarın. Muhakkak
ki Allah, yaptığınız şeylerden haberdardır.
4/NİSÂ-95: Lâ yestevîl kâıdûne minel mu’minîne gayru ulîd darari vel mucâhidûne
fî sebîlillâhi bi emvâlihim ve enfusihim, faddalallâhul mucâhidîne bi emvâlihim
ve enfusihim alel kâidîne dereceh(dereceten) ve kullen vaadallâhul husnâ ve
faddalallâhul mucâhidîne alel kâıdîne ecren azîmâ(azîmen).
Özür sahibi olmayan mü'minlerden (savaşa gitmeyip) oturanlar ile Allah'ın
yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler bir (eşit) değildir. Allah,
mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri derece bakımından, oturanların üstünde
faziletli kıldı ve Allah hepsine “Hüsna”yı vaadetti. Ve Allah mücahitleri,
oturup kalanlar üzerine “büyük ecir” ile üstün kıldı.
4/NİSÂ-96: Derecâtin minhu ve mağfireten ve rahmeh(rahmeten) ve kânallâhu
gafûran rahîmâ(rahîmen).
(Mücahitler için) O'ndan (Allah tarafından) dereceler, mağfiret ve rahmet
vardır. Ve Allah, Gafur'dur (mağfiret edendir), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla
tecelli edendir).
4/NİSÂ-97: İnnellezîne teveffâhumul melâiketu zâlimî enfusihim kâlû fîme kuntum
kâlû kunnâ mustad’afîne fîl ard(ardı), kâlû e lem tekun ardullâhi vâsiaten fe
tuhâcirû fîhâ fe ulâike me’vâhum cehennem(cehennemu) ve sâet masîrâ(masîran).
Muhakkak ki melekler, kendi nesflerine zulmedenleri öldürürken : "Siz
nerede (ne işte) idiniz?" dediler. (Onlar da): "Biz yeryüzünde zayıf
(güçsüz) kimselerdik." dediler. (Melekler): "Allah'ın arzı (yeryüzü)
geniş değil miydi? Öyleyse orada hicret etseydiniz!" dediler. İşte onlar,
onların varacağı yer cehennemdir ve (o) kötü bir varış yeridir.
4/NİSÂ-98: İllel mustad’afîne miner ricâli ven nisâi vel vildâni lâ yestatîûne
hîleten ve lâ yehtedûne sebîlâ(sebîlen).
Ancak erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan, hiçbir çareye gücü yetmeyen,
(hicret için) bir yola ulaşamayan, zayıf (güçsüz) olanlar hariç.
4/NİSÂ-99: Fe ulâike asâllâhu en ya’fuve anhum ve kânallâhu afuvven
gafûrâ(gafûren).
İşte onları, Allah'ın affetmesi umulur. Ve Allah affedendir, mağfiret
edendir.
4/NİSÂ-100: Ve men yuhâcir fî sebîlillâhi yecid fîl ardı murâgamen kesîren
veseah(veseaten), ve men yahruc min beytihî muhâciren ilâllâhi ve resûlihî
summe yudrikhul mevtu fe kad vakaa ecruhu alâllâh(alâllâhi), ve kânallâhu
gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ve kim, Allah yolunda hicret (göç) ederse, yeryüzünde göç edilecek birçok
geniş yer bulur. Ve kim, Allah ve O'nun elçisine hicret etmek için evinden
çıkar, sonra da kendisine ölüm yetişirse, artık onun ecri (mükâfatı) Allah'a
ait olmuştur. Ve Allah, Gafur'dur, Rahîm'dir.
4/NİSÂ-101: Ve izâ darabtum fîl ardı fe leyse aleykum cunâhun en taksurû mines
salâti, in hıftum en yeftinekumullezîne keferû, innel kâfirîne kânû lekum
aduvven mubînâ(mubînen).
Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, kâfirlerin size kötülük
edeceklerinden korkarsanız, o taktirde namazdan kısaltmanızda, size bir günah
yoktur. Muhakkak ki kâfirler, sizin için apaçık düşmandır.
4/NİSÂ-102: Ve izâ kunte fîhim fe ekamte lehumus salâte fel tekum tâifetun
minhum meake vel ye’huzû eslihatehum fe izâ secedû fel yekûnû min verâikum, vel
te’ti tâifetun uhrâ lem yusallû fel yusallû meake vel ye’huzû hızrahum ve
eslihatehum veddellezîne keferû lev tagfulûne an eslihatikum ve emtiatikum fe
yemîlûne aleykum meyleten vâhıdeh(vâhıdeten) ve lâ cunâha aleykum in kâne bikum
ezen min matarin ev kuntum mardâ en tedaû eslihatekum, ve huzû hızrakum
innallâhe eadde lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).
Ve sen onların arasında olduğun zaman, onlara namazı ikame ettiğin
(kıldırdığın) taktirde, öyle ki onların bir kısmı seninle beraber ayakta
(namaza) dursun ve silâhlarını da alsınlar, böylece diğerleri secde ettikleri
zaman, sizin arkanızda olsunlar. Ve namaz kılmamış olan grup da gelsin, bu şekilde
seninle beraber namazlarını kılsınlar, koruma tedbirlerini ve silâhlarını da
alsınlar. Kâfirler silâhlarınızdan ve mühimmatınızdan (savaş techizatınızdan)
gaflette olmanızı ve böylece sizin üzerinize “tek bir hamle ile baskın yapmayı
” isterler. Ve yağmur sebebiyle size bir güçlük oldu ise veya hasta olduysanız
, silâhlarınızı çıkarmanızda size bir günah yoktur. Ve korunma tedbirlerinizi
de alın. Muhakkak ki Allah kâfirler için “alçaltıcı azap” hazırlamıştır.
4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ
cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel
mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü
iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz
zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine,
“vakitleri belirlenmiş bir farz “ olmuştur.
4/NİSÂ-104: Ve lâ tehinû fîbtigâil kavm(kavmi) in tekûnû te’lemûne fe innehum
ye’lemûne kemâ te’lemûn(te’lemûne) ve tercûne minallâhi mâ lâ yercûn(yercûne)
ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Ve (düşmanınız olan) kavmi aramakta gevşeklik göstermeyin. Ayrıca eğer siz
acı çekiyorsanız mutlaka onlar da, sizin acı çektiğiniz gibi acı çekiyorlar. Ve
siz onların ümit etmedikleri şeyleri Allah'tan ümit ediyorsunuz. Ve Allah, en
iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
4/NİSÂ-105: İnnâ enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı li tahkume beynen nâsi bimâ
erâkallâh(erâkallâhu), ve lâ tekun lil hâinîne hasîmâ(hasîmen).
Muhakkak ki insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği şekilde hükmetmen
için Biz, sana Kitab'ı hak olarak indirdik. Ve ihanet edenlere taraftar olma.
4/NİSÂ-106: Vestagfirillâh(vestagfirillâhe), innallâhe kâne gafûran
rahîmâ(rahîmen).
Ve Allah'tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah, Gafur'dur (mağfiret edendir),
Rahîm'dir (rahim esması ile tecelli edendir).
4/NİSÂ-107: Ve lâ tucâdil anillezîne yahtânûne enfusehum innallâhe lâ yuhıbbu
men kâne havvânen esîmâ(esîmen).
Ve kendilerine ihanet edenlerden yana mücadele etme. Muhakkak ki Allah,
ihanette ısrar eden günahkârları sevmez.
4/NİSÂ-108: Yestahfûne minen nâsi ve lâ yestahfûne minallâhi ve huve meahum iz
yubeyyitûne mâ lâ yerdâ minel kavl(kavli) ve kânallâhu bi mâ ya’melûne
muhîtâ(muhîtan).
Onlar insanlardan gizlerler ama Allah'tan gizleyemezler. Onlar, Allah'ın
razı olmayacağı sözlerle geceleyin gizlice düzen kurarlarken O (Allah), onlarla
beraberdir. Allah, onların yaptıkları şeyi (amellerini) kuşatandır.
4/NİSÂ-109: Hâ entum hâulâi câdeltum anhum fîl hayâtid dunyâ fe men
yucâdilullâhe anhum yevmel kıyâmeti em men yekûnu aleyhim vekîlâ(vekîlen).
İşte siz böylesiniz. Dünya hayatında onlardan yana mücadele ettiniz. Fakat,
kıyâmet günü onlardan yana kim Allah ile mücadele edecek veya kim onlara vekil
olacak?
4/NİSÂ-110: Ve men ya’mel sûen ev yazlim nefsehu summe yestagfirillâhe
yecidillâhe gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ve kim kötülük yapar veya nefsine zulmeder, sonra da Allah'tan mağfiret
dilerse, Allah'ı mağfiret edici ve rahmet edici olarak bulur.
4/NİSÂ-111: Ve men yeksib ismen fe innemâ yeksibuhu alâ nefsih(nefsihî) ve
kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Ve kim bir günah kazanırsa o taktirde onu, sadece kendi nefsine (negatif
derece olarak) kazanır. Ve Allah Alîm'dir (en iyi bilendir), Hakîm'dir (hüküm
ve hikmet sahibidir).
4/NİSÂ-112: Ve men yeksib hatîeten ev ismen summe yermi bihî berîen fe
kadihtemele buhtânen ve ismen mubînâ(mubînen).
Ve kim hata yaparak veya bir suç işleyerek günah kazanır sonra onu bir
suçsuzun üzerine atarsa, o taktirde o, iftirayı ve apaçık bir günahı yüklenmiş
olur.
4/NİSÂ-113: Ve lev lâ fadlullâhi aleyke ve rahmetuhu le hemmet tâifetun minhum
en yudıllûk(yudıllûke) ve mâ yudıllûne illâ enfusehum ve mâ yadurrûneke min
şey’(şey’in) ve enzelallâhu aleykel kitâbe vel hikmete ve allemeke mâ lem tekun
ta’lem(ta’lemu) ve kâne fadlullâhi aleyke azîmâ(azîmen).
Ve eğer Allah'ın fazlı ve rahmeti senin üzerine olmasaydı, onlardan bir grup
mutlaka seni saptırmaya kastedecekti. Ve onlar kendilerinden başkasını
saptıramazlar. Ve sana hiçbir şeyle zarar veremezler. Ve Allah, sana Kitab'ı ve
hikmeti indirdi ve sana bilmediğin şeyleri öğretti. Ve Allah'ın senin
üzerindeki fazlı çok büyüktür.
4/NİSÂ-114: Lâ hayra fî kesîrin min necvâhum illâ men emere bi sadakatin ev
ma’rûfin ev ıslâhın beynen nâs(nâsi) ve men yef’al zâlikebtigâe merdâtillâhi fe
sevfe nu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Onların gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur. Ancak “sadaka vermeyi
veya iyilik yapmayı veya insanların arasını düzeltmeyi” emreden kimsenin
konuşması hariç. Ve kim Allah rızasını istemek için bunları yaparsa, o taktirde
ona “büyük mükâfat” vereceğiz.
4/NİSÂ-115: Ve men yuşâkıkır resûle min ba’di mâ tebeyyene lehul hudâ ve
yettebi’ gayre sebîlil mu’minîne nuvellıhî mâ tevellâ ve nuslihî
cehennem(cehenneme) ve sâet masîrâ(masîran).
Ve kim kendisine hidayet beyan edildikten (açıkladıktan) sonra resûle
muhalefet ederse ve mü'minlerin yolunun dışında bir yola tâbî olursa, onu
döndüğü yola çeviririz ve onu cehenneme yaslarız. Ve o ne kötü varış yeri.
4/NİSÂ-116: İnnallâhe lâ yagfiru en yuşreke bihî ve yagfiru mâdûne zâlike li
men yeşâu ve men yuşrik billâhi fe kad dalle dalâlen baîdâ(baîdan).
Muhakkak ki Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bunun dışındaki
şeyleri ise, dilediği kimse için mağfiret eder. Ve kim Allah'a şirk koşarsa, o
taktirde o, uzak bir dalâletle sapmıştır.
4/NİSÂ-117: İn yed’ûne min dûnihî illâ inâsâ(inâsen), ve in yed’ûne illâ
şeytânen merîdâ(merîden).
Onlar, ancak O'ndan (Allah'tan) başka dişilere (dişi olarak
isimlendirdikleri putlara) taparlar. Ve ancak isyankâr şeytanı çağırırlar.
4/NİSÂ-118: Leanehullâh(leanehullâhu), ve kâle le ettehizenne min ibâdike
nasîben mefrûdâ(mefrûdan).
Allah, ona (şeytana) lânet etti. Ve (şeytan) şöyle dedi: "Ben mutlaka,
Senin kullarından belli bir nasip edineceğim."
4/NİSÂ-119: Ve le udillennehum ve le umenniyennehum ve le âmurennehum fe le
yubettikunne âzânel en’âmi, ve le âmurennehum fe le yugayyirunne
halkallâh(halkallâhi), ve men yettehıziş şeytâne veliyyen min dûnillâhi fe kad
hasire husrânen mubînâ(mubînen).
Ve onları mutlaka dalâlette bırakacağım. Ve onları, mutlaka emaniyyeye (kuruntuya)
düşüreceğim ve mutlaka onlara emredeceğim. Böylece onlar, mutlaka davarların
kulaklarını kesecekler ve onlara emredeceğim, öyle ki mutlaka, Allah'ın
yarattığını değiştirecekler. Ve kim, Allah'tan başka, şeytanı dost edinirse
artık o, apaçık bir hüsranla hüsrana uğramıştır.
4/NİSÂ-120: Yeıduhum, ve yumennîhim, ve mâ yeıduhumuş şeytânu illâ
gurûrâ(gurûren).
(Şeytan) onlara vaad eder ve onları emaniyyeye (kuruntuya) düşürür. Ve
şeytan, onlara aldatmaktan başka bir şey vaadetmez.
4/NİSÂ-121: Ulâike me’vâhum cehennemu ve lâ yecidûne anhâ mahîsâ(mahîsan).
İşte onların barınacakları yer cehennemdir. Ve ondan kaçacak bir yer
bulamazlar.
4/NİSÂ-122: Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti se nudhiluhum cennâtin tecrî min
tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), va’dallâhi hakkâ(hakkan), ve men
asdaku minallâhi kîlâ(kîlen).
Ve onlar ki, âmenû olup, nefsi ıslâh edici (nefsi tezkiye edici) salih amel
işlediler, işte onları, altlarından nehirler akan cennetlere koyacağız, orada
ebediyyen kalacak olanlardır. Allah'ın vaadi haktır (gerçektir). Ve Allah'tan
daha doğru sözlü kim vardır?
4/NİSÂ-123: Leyse bi emâniyyikum ve lâ emâniyyi ehlil kitâb(kitâbi), men ya’mel
sûen yucze bihî, ve lâ yecid lehu min dûnillâhi veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîran).
Sizin emaniyenizle ve kitap ehlinin emaniyesi ile değil, kim kötülük yaparsa
(sadece) onunla cezalandırılır. Ve kendisi için Allah'tan başka bir velî ve bir
yardımcı bulamaz.
4/NİSÂ-124: Ve men ya’mel mines sâlihâti min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun
fe ulâike yedhulûnel cennete ve lâ yuzlemûne nakîrâ(nakîren).
Ve erkeklerden veya kadınlardan mü'min olarak, kim salih amel (nefs
tezkiyesi) yaparsa o taktirde, işte onlar, cennete girerler ve onlara hurma
çekirdeğinin lifi kadar (zerre kadar) bile zulmedilmez.
4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun
vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme
halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm'in dînine tâbî olmuş ve vechini (fizik vücudunu)
Allah'a teslim ederek muhsin olan kimseden, dînen daha ahsen kim vardır. Ve
Allah, Hz. İbrâhîm'i dost edindi.
4/NİSÂ-126: Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı) ve kânellâhu bi
kulli şey’in muhîtâ(muhîtan).
Ve, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Ve Allah, (ilmiyle ve
rahmetiyle) herşeyi kuşatandır.
4/NİSÂ-127: Ve yesteftûneke fîn nisâi kulillâhu yuftîkum fîhinne, ve mâ yutlâ
aleykum fîl kitâbi fî yetâmen nisâillâtî lâ tu’tûnehunne mâ kutibe lehunne ve
tergabûne en tenkihûhunne vel mustad’afîne minel vildâni, ve en tekûmû lil
yetâmâ bil kıst(kıstı) ve mâ tef’alû min hayrin fe innallâhe kâne bihî
alîmâ(alîmen).
Ve kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, onlar için
yazılmış (farz kılınmış) olduğu halde, onlara vermediğiniz haklar ve kendilerini
nikâhlamak istediğiniz yetim kızlar ve çocuklardan aciz olanlar hakkında ve
yetimlere adaletle davranmanız konusunda Kitab'da size tilavet edilmekte
olanlarla (âyetlerle) size fetva veriyor. Ve hayır olarak ne yaparsanız, o
taktirde muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir.
4/NİSÂ-128: Ve in imraetun hâfet min ba’lihâ nuşûzen ev ı’râdan fe lâ cunâha
aleyhimâ en yuslıhâ beynehumâ sulhâ(sulhan), ves sulhu hayr(hayrun), ve
uhdıratil enfusuş şuhh(şuhha), ve in tuhsinû ve tettekû fe innallâhe kâne bi mâ
ta’melûne habîrâ(habîran).
Ve şâyet bir kadın kocasının ilgisizliğinden veya ondan yüz çevirmesinden
korkarsa, artık ikisinin arasında sulh (anlaşma) yapılarak ıslah edilmesinde
(uzlaşmasında) onların ikisine de bir günah yoktur ve sulh (anlaşma) daha hayırlıdır.
Nefsler cimriliğe (kıskançlığa ve hırsa) hazır kılınmıştır (meyilli
yaratılmıştır). Ve eğer ihsanla davranır ve takva sahibi olursanız, o taktirde,
muhakkak ki Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.
4/NİSÂ-129: Ve len testatîû en ta’dilû beynen nisâi ve lev harastum fe lâ
temîlû kullel meyli fe tezerûhâ kel muallakah(muallakati) ve in tuslihû ve
tettekû fe innallâhe kâne gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ve kadınlar arasında adaleti sağlamaya gayret etseniz bile asla güç
yetiremezsiniz o halde birine tamamen meyledip (ilgi gösterip), böylece
diğerini muallakta (boşta) gibi terketmeyin. Ve eğer arayı düzeltir ve takva
sahibi olursanız, o taktirde muhakkak ki Allah, Gafur'dur ve Rahîm'dir.
4/NİSÂ-130: Ve in yeteferrekâ yugnillâhu kullen min seatih(seatihî) ve
kânallâhu vâsian hakîmâ(hakîmen).
Ve eğer ayrılırlarsa, Allah kendi genişliğinden (bol nimetinden rızık ve
ihsanı ile) hepsini gani kılar (muhtaç etmez). Ve Allah, Vâsi'dir (rahmeti
keremi geniştir), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).
4/NİSÂ-131: Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı) ve lekad
vassaynellezîne ûtûl kitâbe min kablikum ve iyyâkum enittekullâh(enittekullâhe)
ve in tekfurû fe inne lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı) ve kânallâhu
ganiyyen hamîdâ(hamîden).
Ve göklerde ve yeryüzünde olanlar (herşey) Allah'ındır ve andolsun ki Biz,
sizden önce kitap verilenlere de, sizlere de “Allah'a karşı takva sahibi
olmalarını” vasiyet ettik (farz kıldık). Ve eğer siz inkâr ederseniz bile,
muhakkak ki göklerde ve yeryüzünde olanlar (herşey) Allah'ındır. Ve Allah,
Gani'dir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur), Hamîd'dir (övgü ve hamde lâyık
olandır).
4/NİSÂ-132: Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fil ard(ardı) ve kefâ billâhi
vekîlâ(vekîlen).
Ve göklerde ve yeryüzünde olanlar (herşey) Allah'ındır. Ve Allah, vekil
olarak yeter.
4/NİSÂ-133: İn yeşa’ yuzhibkum eyyuhen nâsu ve ye’ti bi âharîn(âharîne) ve
kânallâhu alâ zâlike kadîrâ(kadîran).
Eğer O (Allah) dilerse ey insanlar, sizi giderir (helâk eder) ve başkalarını
getirir! Ve Allah buna kaadir'dir.
4/NİSÂ-134: Men kâne yurîdu sevâbed dunyâ fe indallâhi sevâbud dunyâ vel
âhırah(âhırati) ve kânallâhu semîan basîrâ(basîran).
Kişi (sadece) dünya sevabını istemiş olsa (dünya malını, ganimeti almak için
savaşsa) bile, dünya sevabı da, (eğer Allah'ın rızasını da dilerse) ahiret
sevabı da Allah'ın katındadır. Ve Allah, Semî'dir (en iyi işitendir), Basîr'dir
(en iyi görendir).
4/NİSÂ-135: Yâ eyyuhellezîne âmenû kûnû kavvamîne bil kıstı şuhedâe lillâhi ve
lev alâ enfusıkum evil vâlideyni vel akrabîn(akrabîne), in yekun ganiyyen ev
fakîren fallâhu evlâ bihimâ fe lâ tettebiûl hevâ en ta’dilû, ve in telvû ev
tu’rıdû fe innallâhe kâne bi mâ ta’melûne habîrâ(habîran).
Ey âmenû olanlar! Kendinize, anne ve babanıza ve yakınlarınıza bile olsa,
zengin veya fakir de olsalar, Allah için adaleti yerine getiren şahitler olun.
Çünkü Allah, ikisine de daha yakındır. Adaletli davranmak için, artık hevânıza
(nefsinize) uymayın. Ve eğer dilinizi eğip bükerseniz (sözü değiştirirseniz)
veya (haktan, adaletten) yüz çevirirseniz o taktirde muhakkak ki Allah,
yaptıklarınızdan haberdar olandır.
4/NİSÂ-136: Yâ eyyuhellezîne âmenû âminû billâhi ve resûlihî vel kitâbillezî
nezzele alâ resûlihî vel kitâbillezî enzele min kabl(kablu), ve men yekfur
billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihî vel yevmil âhıri fe kad dalle
dalâlen baîdâ(baîden).
Ey âmenû olanlar! Allah'a ve O'nun Resûl'üne ve Resûl'üne indirdiği Kitab'a
ve daha önce indirdiği Kitab'a îmân edin. Ve kim, Allah'ı, meleklerini,
kitaplarını, resûllerini ve yevm'il âhiri (sonraki ahir gününü) inkâr ederse, o
taktirde uzak bir dalâletle sapmış olur.
4/NİSÂ-137: İnnellezîne âmenû, summe keferû, summe âmenû, summe keferû,
summezdâdû kufran lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum
sebîlâ(sebîlen).
Muhakkak ki onlar âmenû oldular, sonra inkâr ettiler. Sonra yine âmenû
oldular sonra inkâr ettiler. Daha sonra da küfürlerini artırdılar.
4/NİSÂ-138: Beşşiril munâfikîne bi enne lehum azâben elîmâ(elîmen).
Münafıklara, onlar için “elîm azap” olduğunu müjdele.
4/NİSÂ-:139: Ellezîne yettehızûnel kâfirîne evliyâe min dûnil
mu’minîn(mu’minîne. E yebtegûne indehumul izzete fe innel izzete lillâhi
cemîâ(cemîan).
Onlar ki mü'minlerden başka kâfirleri dost edinirler. İzzeti onların yanında
mı arıyorlar? Oysa muhakkak ki izzet, tamamen Allah'a aittir.
4/NİSÂ-140: Ve kad nezzele aleykum fîl kitâbi en izâ semi’tum âyâtillâhi
yukferu bihâ ve yustehzeu bihâ fe lâ tak’udû meahum hattâ yehûdû fî hadîsin
gayrihî, innekum izen misluhum. İnnallâhe câmiul munâfikîne vel kâfirîne fî
cehenneme cemîâ(cemîan).
Ve O (Allah), Kitab'da (Kur'an'da) size şöyle indirmişti: “Allah'ın
âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman
artık, ondan başka bir söze dalıncaya kadar, onlarla beraber oturmayın. Aksi
taktirde (eğer onlarla beraber oturursanız) mutlaka siz de onlar gibi
olursunuz. Muhakkak ki Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde
toplayacak olandır.
4/NİSÂ-141: Ellezîne yeterabbesûne bikum, fe in kâne lekum fethun minallâhi
kâlû e lem nekun meakum, ve in kâne lil kâfirîne nasîbun, kâlû e lem nestahviz
aleykum ve nemna’kum minel mu’minîn(mu’minîne. Fallâhu yahkumu beynekum yevmel
kıyâmet(kıyâmeti). Ve len yec’alallâhu lil kâfirîne alâl mu’minîne
sebîlâ(sebîlen).
Onlar sizi gözlüyorlar öyle ki, size Allah'tan bir fetih (zafer) olunca,
"Biz sizinle beraber olmadık mı?" dediler. Ve şayet kâfirlerin
zaferden bir nasibi oldu ise (o zaman da) “Biz sizin üzerinize siper olmadık
mı? Ve size mü'minlerden (gelecek olana) mani olmadık mı?" dediler. Artık
Allah, kıyâmet günü sizin aranızda hükmedecektir. Ve Allah kâfirlere,
mü'minlere karşı asla bir yol açacak değildir.
4/NİSÂ-142: İnnel munâfikîne yuhâdiûnallahe ve huve hâdiuhum, ve izâ kâmû ilâs
salâti kâmû kusâlâ yurâunen nâse ve lâ yezkurûnallâhe illâ kalîlâ(kalîlen).
Muhakkak ki münafıklar, Allah'a hile yaparlar. Oysa O (Allah), onlara hile
yapandır. Ve onlar, namaza kalktıkları zaman, üşenerek kalkarlar, insanlara
gösteriş yaparlar. Ve Allah'ı pek az zikrederler.
4/NİSÂ-143: Muzebzebîne beyne zâlike, lâ ilâ hâulâi ve lâ ilâ hâulâi. Ve men
yudlilillâhu fe len tecide lehu sebîlâ(sebîlen).
Onlar, bunların (küfürle îmânın) arasında bocalayıp duranlardır. Ne bunlarla
ve ne de onlarla olurlar. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa, artık sen onun
için asla bir yol bulamazsın (onları asla Allah'a ulaştıracak olan Sıratı
Mustakîm'e ulaştıramazsın).
4/NİSÂ-144: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızûl kâfirîne evliyâe min dûnil
mu’minîn(mu’minîne). E turîdûne en tec’alû lillâhi aleykum sultânen mubînâ(mubînen).
Ey âmenû olanlar (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenler)!
Mü'minlerden başkasını, kâfirleri dost edinmeyin. Kendi aleyhinize Allah'a
apaçık bir delil kılmak mı istiyorsunuz?
4/NİSÂ-145: İnnel munâfikîne fîd derkil esfeli minen nâr(nâri), ve len tecide
lehum nasîrâ(nasîran).
Muhakkak ki münafıklar, ateşin en aşağı tabakasındadırlar. Ve onlar için
asla bir yardımcı bulamazsın.
4/NİSÂ-146: İllâllezîne tâbû ve aslehû va’tesamû billâhi ve ahlesû dînehum
lillâhi fe ulâike meal mu’minîn(mu’minîne). Ve sevfe yu’tillâhul mu’minîne
ecran azîmâ(azîmen).
Tövbe edenler ve nefsini ıslâh edenler (nefs tezkiyesi yapanlar), Allah'a
sarılanlar ve dînlerini Allah için halis kılanlar hariç. İşte onlar,
mü'minlerle beraberdirler. Ve Allah, yakında mü'minlere “büyük ecir (mükâfat)”
verecektir.
4/NİSÂ-147: Mâ yef’alullâhu bi azâbikum in şekertum ve âmentum. Ve kânallâhu
şâkiran alîmâ(alîmen).
Eğer siz şükrederseniz ve âmenû olursanız (yaşarken Allah'a ulaşmayı
dilerseniz ve mürşidinize ulaşıp tâbî olursanız, böylece kalbinizin içine îmân
yazılıp mü'min olursanız), Allah size azap etmez. Ve Allah Şâkir'dir (şükrün
karşılığını verendir), Alîm'dir (en iyi bilendir).
4/NİSÂ-148: Lâ yuhibbullâhul cehra bis sûi minel kavli illâ men zulim(zulime).
Ve kanallâhu semîan alîmâ(alîmen).
Allah fena sözün açıkça söylenmesini sevmez, kendisine zulüm yapılan kişinin
(söylemesi) hariç. Ve Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir.
4/NİSÂ-149: İn tubdû hayran ev tuhfûhu ev ta’fû an sûin fe innallâhe kâne
afuvven kadîrâ(kadîran).
Şayet bir hayrı açıklarsanız ya da gizlerseniz veya bir kötülüğü
affederseniz, o zaman muhakkak ki Allah da affedicidir, (her şeye) kaadirdir.
4/NİSÂ-150: İnnellezîne yekfurûne billâhi ve rusulihî ve yurîdûne en yuferrikû
beynallâhi ve rusulihî ve yekûlûne nu’minu bi ba’din ve nekfuru bi ba’dın, ve
yurîdûne en yettehızû beyne zâlike sebîlâ(sebîlen).
Muhakkak ki onlar, Allah'ı ve onun resûllerini inkâr ederler ve Allah ile
O'nun resûlleri arasında ayırım yapmak isterler. Ve “Bir kısmına inanırız, bir
kısmını inkâr ederiz.” derler. Ve de, bunların (küfürle îmânın) arasında bir
yol ittihaz etmek isterler.
4/NİSÂ-151: Ulâike humul kâfirûne hakkâ(hakkan), ve a’tednâ lil kâfirîne azâben
muhînâ(muhînen).
İşte onlar, onlar gerçek kâfirlerdir. Ve Biz, kâfirler için “alçaltıcı azap”
hazırladık.
4/NİSÂ-152: Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ve lem yuferrikû beyne ehadin
minhum ulâike sevfe yu’tîhim ucûrahum. Ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ve onlar, Allah'a ve O'nun resûllerine îmân ettiler ve onların arasından
birini (diğerinden) ayırmazlar. İşte onlar ki, onlara ecirleri yakında
verilecektir. Ve Allah Gafur'dur (mağfiret edendir, günahları sevaba
çevirendir), Rahîm'dir (Rahim esması ile tecelli edendir,merhamet edendir).
4/NİSÂ-153: Yes’eluke ehlul kitâbi en tunezzile aleyhim kitâben mines semâi fe
kad seelû mûsâ ekbera min zâlike fe kâlû erinâllâhe cehraten fe ehazethumus
sâikatu bi zulmihim, summettehazûl ıcle min ba’di mâ câethumul beyyinâtu fe
afevnâ an zâlik(zâlike), ve âteynâ mûsâ sultânen mubînâ(mubînen).
Kitap ehli senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. Oysa
Hz. Musa'dan, bundan daha da büyüğünü istemişler, “O halde, bize Allah'ı açıkça
göster.” demişlerdi. Bunun üzerine, zulümlerinden dolayı onları yıldırım
yakaladı (helâk etti). Ardından kendilerine belgeler (açık mucizeler) geldikten
sonra da buzağıyı (ilâh) edindiler. Buna rağmen, onları bundan (bu suçlarından
dolayı) affettik ve Hz. Musa'ya “apaçık sultan (güç ve delil)” verdik.
4/NİSÂ-154: Ve rafa’nâ fevkahumut tûra bi mîsâkıhim ve kulnâ lehumudhulûl bâbe
succeden ve kulnâ lehum lâ ta’dû fîs sebti ve ehaznâ minhum mîsâkan
galîzâ(galîzan).
Ve misaklarından dolayı Tur'u (Tur dağını) onların üstüne yükselttik
(kaldırdık). Ve onlara: "Bu kapıdan secde ederek girin." dedik. Ve
onlara: "Cumartesi gününde hudutları aşmayın." dedik ve, onlardan
“çok kuvvetli misak (kesin söz)” aldık.
4/NİSÂ-155: Fe bimâ nakdıhim mîsâkahum ve kufrihim bi âyâtillâhi ve katlihimul
enbiyâe bi gayrı hakkın ve kavlihim kulûbunâ gulf(gulfun). Bel tabaallâhu
aleyhâ bi kufrihim fe lâ yu’minûne illâ kalîlâ(kalîlen).
Bu, onların misaklarını nakzetmeleri (bozmaları) ve Allah'ın âyetlerini
inkâr etmeleri, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve onların “kalplerimiz
örtülü” sözleri sebebiyledir. Hayır (tam aksi), Allah, küfürlerinden dolayı
onların (kalplerinin) üzerini mühürledi, böylece onların pek azı hariç îmân
etmezler (edemezler).
4/NİSÂ-156: Ve bi kufrihim ve kavlihim alâ meryeme buhtânen azîmâ(azîman).
Ve onların inkârları ve Hz. Meryem'e olan sözleri “çok büyük iftira”dır.
4/NİSÂ-157: Ve kavlihim innâ katelnâl mesîha îsâbne meryeme
resûlallâh(resûlallâhi), ve mâ katelûhu ve mâ salebûhu ve lâkin şubbihe lehum.
Ve innellezinahtelefû fîhi le fî şekkin minhu. Mâ lehum bihî min ilmin
illâttibâaz zann(zanni), ve mâ katelûhu yakînâ(yakînen).
Ve onların, “Muhakkak ki, Allah'ın resûlü Meryem'in oğlu İsa Mesih'i biz
öldürdük.” sözleri (çok büyük iftiradır). Ve onu öldürmediler ve onu asmadılar.
Fakat (öldürülen adam) onlara, (Meryem'in oğlu İsa Mesih'e) benzer olarak
gösterildi. Ve muhakkak ki onun hakkında ihtilafa (anlaşmazlığa) düşenler,
ondan (bu hususda) mutlaka şüphe içindeler. Onların, onunla ilgili olarak,
zanna tâbî olmaktan başka bir ilimleri (bilgileri) yoktur. Ve onu kesinlikle
öldürmediler (öldüremediler).
4/NİSÂ-158: Bel rafaahullâhu ileyh(ileyhi). Ve kânallâhu azîzen
hakîmâ(hakîmen).
Hayır, Allah onu, kendisine yükseltti. Ve Allah Azîz'dir (üstündür,
güçlüdür), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).
4/NİSÂ-159: Ve in min ehlil kitâbi illâ le yu’minenne bihî kable mevtihî, ve
yevmel kıyâmeti yekûnu aleyhim şehîdâ(şehîden).
Ve ancak, kitap ehlinden olanlar (onu tekzip eden Yahudiler ve “Allah'ın
oğlu” diyen Nasraniler), O'na ölümünden önce mutlaka îmân edecekler. Ve o,
kıyâmet günü onların üzerine şahit olacak.
4/NİSÂ-160: Fe bi zulmin minellezîne hâdû harramnâ aleyhim tayyibâtin uhıllet
lehum ve bi saddihim an sebîlillâhi kesîrâ(kesîran).
Artık Yahudilerin yaptıkları zulümlerden ve birçok kişiyi Allah'ın yolundan
men etmeleri (alıkoymaları) sebebiyle, kendileri için helâl kılınmış olan temiz
ve güzel şeyleri onlara haram kıldık.
4/NİSÂ-161: Ve ahzihimur ribâ ve kad nuhû anhu ve eklihim emvâlen nâsi bil
bâtıl(bâtılı). Ve a’tednâ lil kâfirîne minhum azâben elîmâ(elîmen).
Ve (bu) ondan (ribâdan) nehyedilmiş oldukları halde ribâ (faiz) almaları ve
insanların mallarını haksızlıkla yemeleri sebebiyledir. Ve onlardan kâfir
olanlar için “elîm azap” hazırladık.
4/NİSÂ-162: Lâkinir râsihûne fîl ilmi minhum vel mu’minûne yu’minûne bi mâ
unzile ileyke ve mâ unzile min kablike vel mukîmînes salâte vel mu’tûnez zekâte
vel mu’minûne billâhi vel yevmil âhir(âhiri). Ulâike se nu’tîhim ecran
azîmâ(azîmen).
Fakat, onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve mü'minler, sana indirilene ve
senden önce indirilene inanırlar. Ve namazı ikame edenler, zekâtı verenler,
Allah'a ve ahiret gününe inananlar; işte onlara “büyük ecir” vereceğiz.
4/NİSÂ-163: İnnâ evhaynâ ileyke kemâ evhaynâ ilâ nûhin ven nebiyyîne min ba’dihî,
ve evhaynâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâti ve îsâ ve
eyyûbe ve yûnuse ve hârûne ve suleymân(suleymâne), ve âteynâ dâvûde
zebûrâ(zebûran).
Muhakkak ki Biz, Hz. Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi
sana da vahyettik. Ve Hz.İbrâhîm'e, Hz.İsmail'e, Hz.İshak'a, Hz.Yâkub ve
torunlarına, Hz.İsa'ya, Hz.Eyub'a, Hz.Yunus'a, Hz.Harun'a ve Hz.Süleyman'a da
vahyettik. Ve Hz.Davud'a Zebur'u verdik.
4/NİSÂ-164: Ve rusulen kad kasasnâhum aleyke min kablu ve rusulen lem naksushum
aleyk(aleyke). Ve kellemallâhu mûsâ teklîmâ(teklîmen).
Ve daha önce sana kıssa etmiş olduğumuz (bahsettiğimiz) resûllere ve sana
bahsetmediğimiz resûllere de (vahyettik). Ve Allah, Hz. Musa ile kelimelerle
(hitap ederek) konuştu.
4/NİSÂ-165: Rusulen mubeşşirîne ve munzirîne li ellâ yekûne lin nâsi alâllâhi
huccetun ba’der rusul(rusuli). Ve kânallâhu azîzen hakîmâ(hakîmen).
(Onlar) müjdeleyici ve uyarıcı resûllerdir ki, insanların, resûllerden sonra
Allah'a karşı (bizi uyaran ve müjdeleyen bir resûl gelmedi diye) hüccetleri
(delilleri) olmasın. Ve Allah, Azîz'dir, Hakîm'dir.
4/NİSÂ-166: Lâkinillâhu yeşhedu bi mâ enzele ileyke enzelehu bi ılmihî, vel
melâiketu yeşhedûn(yeşhedûne). Ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden).
Öyle ki, Allah sana indirdiği şeyi (Kur'an'ı), kendi ilmi ile indirdiğine
şahitlik eder. Ve melekler de şahitlik ederler. Ve Allah şahit olarak kâfidir.
4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen
baîdâ(baîden).
Muhakkak ki inkâr edenler ve Allah'ın yolundan alıkoyanlar (saptırmış
olanlar), (mürşidlerine ulaşmadıkları için) uzak bir dalâletle sapmışlardır.
4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfira lehum ve lâ
li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki inkâr edenleri ve zulmedenleri (başkalarını da mürşide
ulaşmaktan men edip saptıranları), Allah mağfiret edecek değildir ve yola
(Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e) hidayet edecek değildir.
4/NİSÂ-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden). Ve kâne zâlike
alâllâhi yesîrâ(yesîran).
Ancak cehennem yoluna (hidayet eder, ulaştırır), onlar orada ebediyyen
kalacak olanlardır. Ve bu, Allah için kolaydır.
4/NİSÂ-170: Yâ eyyuhân nâsu kad câekumur resûlu bil hakkı min rabbikum fe âminû
hayran lekum. Ve in tekfurû fe inne lillâhi mâ fîs semâvâti vel ard (ardı). Ve
kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Ey insanlar! Resûl size Rabbiniz'den hak ile gelmişti. Öyleyse âmenû olun
(ölmeden önce ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dileyin), (bu) sizin için
hayırlıdır. Ve şayet inkâr etseniz bile yeryüzünde ve göklerde olanlar (herşey)
muhakkak ki Allah'ındır. Ve Allah Alîm'dir (en iyi bilendir), Hakîm'dir (hüküm
ve hikmet sahibidir).
4/NİSÂ-171: Yâ ehlel kitâbi lâ taglû fî dînikum ve lâ tekûlû alâllâhi illâl
hakk(hakka). İnnemâl mesîhu îsâbnu meryeme resûlullâhi ve kelimetuhu. Elkâhâ
ilâ meryeme ve rûhun minhu, fe âminû billâhi ve rusulihî, ve lâ tekûlû
selâseh(selâsetun). İntehû hayran lekum. İnnemâllâhu ilâhun vâhid(vâhidun).
Subhânehû en yekûne lehu veled(veledun), lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl
ard(ardı). Ve kefâ billâhi vekîlâ(vekîlen).
Ey kitab ehli! Dîniniz hakkında haddi aşmayın! Allah'a karşı haktan
(doğrudan, gerçekten) başka bir şey söylemeyin. Mesih İsa, Meryem'in oğludur ve
sadece Allah'ın resûlü ve O'nun kelimesidir. (Ruh'ûl Kudüs) Onu Meryem'e ilka
etti ve o, kendisinden (Ruh'ûl Kudüs'den) bir ruhtur. Öyleyse Allah'a ve O'nun
resûllerine îmân edin! Ve "Üçtür." demeyin (baba Allah, oğul Allah ve
Ruh'ûl Kudüs diye üç Allah vardır demeyin), vazgeçin, sizin için hayırlıdır.
Allah sadece tek ilâhtır. O'nu, “çocuk sahibi olmaktan” tenzih edin. Göklerde
ve yeryüzünde olanlar (herşey) O'nundur. Ve vekil olarak Allah yeter.
4/NİSÂ-172: Len yestenkifel mesîhu en yekûne abden lillâhi ve lâl melâiketul
mukarrabûn(mukarrabûne). Ve men yestenkif an ibâdetihî ve yestekbir fe se
yahşuruhum ileyhi cemîâ(cemîan).
Mesih, Allah'a kul olmaktan asla çekinmez ve mukarrebin (Allah'a yakın) olan
melekler de (Allah'a kul olmaktan çekinmezler). Ve kim, O'na kul olmaktan
çekinir ve kibirlenirse, elbette onların hepsini (Allah) kendi huzurunda
toplayacak.
4/NİSÂ-173: Fe emmâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe yuveffîhim ucûrahum ve
yezîduhum min fadlihî, ve emmâllezînestenkefû vestekberû fe yuazzibuhum azâben
elîmen, ve lâ yecidûne lehum min dûnillâhi veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîran).
Fakat âmenû olan (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyen) ve ıslâh
edici amel (nefs tezkiyesi) yapanlara ise, onların ecirleri (mükâfatları),
onlara ödenir ve (Allah), onlara kendi fazlından daha da artırır. Ve (kulluk
etmekten) çekinen ve kibirlenen kimselere ise, “elîm azap” ile azap edilir. Ve
onlar, kendileri için Allah'tan başka bir dost ve bir yardımcı bulamazlar.
4/NİSÂ-174: Yâ eyyuhân nâsû kad câekum burhânun min rabbikum ve enzelnâ ileykum
nûran mubîn(mubînen).
Ey insanlar! Rabbinizden size bir burhan (kesin delil) gelmiştir. Ve size,
apaçık bir nur indirdik.
4/NİSÂ-175: Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî
rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı
dileyenleri) ve O'na (Allah'a) sarılanları ise, (Allah) kendinden bir rahmetin
ve fazlın içine koyacak ve onları, kendisine ulaştıran “Sıratı Mustakîm”e
hidayet edecektir (ulaştıracaktır).
4/NİSÂ-:176: Yesteftûneke. Kulillâhu yuftîkum fîl kelâleh(kelâleti). İnimruun
heleke leyse lehû veled(veledun), ve lehû uhtun fe lehâ nısfu mâ terak(terake),
ve huve yerisuhâ in lem yekun lehâ veled(veledun). Fe in kânetesneteyni fe
lehumâs sulusâni mimmâ terak(terake). Ve in kânû ıhveten ricâlen ve nisâen fe
liz zekeri mislu hazzıl unseyeyn(unseyeyni). Yubeyyinullâhu lekum en tadıllû
vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun).
Senden fetva istiyorlar. De ki: Allah, kelâle (annesi, babası ve çocuğu
olmayan kişi) hakkında şöyle fetva veriyor. Eğer kişinin (erkeğin) ölümünde,
onun çocuğu yoksa ve kızkardeşi varsa, o taktirde bıraktığının yarısı onundur.
Ve eğer onun (ölen kızkardeşin) oğlu yoksa, o (erkek kardeş), ona (kız kardeşe)
varis olur. Fakat, eğer iki kızkardeşi varsa, o taktirde bıraktığının üçte
ikisi onlarındır. Ve eğer kadın ve erkek birçok kardeşlerse, o zaman “iki
kızkardeş payı” kadarı erkeğindir. Allah, şaşırırsınız diye size beyan ediyor
(açıklıyor). Allah herşeyi en iyi bilendir.